25 Ekim 2014 Cumartesi

günaydın.

arkadaş eksikliği çekiyorum.
yalnızlığı her zaman severdim ancak bu sefer durum biraz daha farklı. bir şeyleri anlatacak kimse bulamıyorum. bir şeyler anlatmak istesem, karşımdaki dinlemiyor. ben karşımdakine bir şey hissetmiyorum. karşımdaki telefonuna gömülürken derdimi içime atıyorum. derdimi içime attıkça ben de telefona bakıyorum...
modern zamanın saklanan deve kuşlarıyız. çok dağıtmayayım:
arkadaş eksikliği çekiyorum.
yüz yıllık ağaçlar gerçekten yaşıyor mu bilmiyorum. belki de fidan dikme özürlüyüm. insanlar da haklı olabilirler. ben de haklı olabilirim. ama ortak bir paydada buluşmak zor gibi görünüyor. işin bana garip gelen yanı da şu ki, zor olan bana daha kolay geliyor. arkadaş kaybetmiyorum. onları saydamlaştırıyorum. aslında, zaten saydamlaşmış olan arkadaşlıklarımızdan mı göremiyoruz birbirimizi? olabilir.
arkadaş eksikliği çekiyorum.
sabah 9, akşamı belli olmayan mesai saatlerinde üzülüyorum. hayatımda en çok istediğim işi yaparken yalnızlığın bunun bedeli olduğunu düşünerek üzülüyorum. sevgilimden ayrılmak isterken üzülüyorum ki ona son sözlerim üzülmek üzerine oluyor. arkadaşımın evinde kalırken üzülüyorum. yağmur yağsın da bulutlar beni temizlesin diye bekliyorum, olmuyor. günlerdir yıkanmıyorum. kokum kendime yabancı. acaba insanlar sabit de ben mi gidiyorum diye düşünüyorum. düşünmek baş ağrısı yapıyor artık. monoton günlerde farklı bir renk gördüğümde gözlerim yaşarıyor. gri sanki daha çok yakışıyor istanbul'a.
arkadaş eksikliği çekiyorum.
sabahları süt içsem geceleri alkole dönüyorum. aklımda bazı sorular oluyor, cevapları kıssadan hisse hep. benim hisseler tepetaklak. "belki de iştendir?" diye soruyorum. "belki de evimden uzak olduğum için?", "belki kendi evimde değilim diye?", "belki herkes?". herkes ne? herkes çok gibi. yok gibi de. kafam karışıyor. kafam karıştıkça alkole olan zaafım artıyor. yanımda yatan kadından ziyade sonraki gece ne içeceğimi düşünüyorum. sigarayı sevmiyorum ama olsa belki içip, yatağa bakardım. olmayan bir şizofreninin içinde ne aradığımı düşünürdüm. alarm seslerim en azından kabusa uyandırıyor. bilinmez daha şey. ney?
arkadaş eksikliği çekiyorum.
bulutlar geliyor üstüme bir cumartesi günü. saat daha akşam'a yaklaşmamış, uykum daha gelmemiş, gözlerim daha dalmamış. bulutlar şehri kapatıyor. ben içime kapanıyorum. anlaşılmak zor belki, anlaşmak daha da zormuş gibi hissediyorum. iki damla yağmur yağsa da kıbleme dönüp iki rekat ağlasam diye bekliyorum. kendi içimde minimal bir şükür diyalektiği. ama o minimal ki, yokluğa denk.
uzun lafın kısası; günaydın.


15 Eylül 2014 Pazartesi

yedi tepe.

mahşer gününe az kaldı.

biz şanslı olanlardık, gandalf ikinci günün şafağında geldi. herkeste bir sevinç, bir neşe ki anlatmaya kalem yetmez. başka yerlerde insanlar yıllarca bu anın gelmesini bekliyorlar. gandalf gelecek, bizi kurtaracak, buralardan götürecek.

efsaneler anlatılırdı gandalf'la ilgili. kızıldeniz'i ikiye bölmüş. ay'ı da ikiye bölmüş. kendi içinde bir paylık müessesesi gibi çalışıyor galiba. bilemedim. bi' de kadınlar onu çok karizmatik buluyordu. gandalf ne zaman sakalını sıvazlasa akılları başlarından gidiyordu. o sakallarını sıvazlıyor, kadınlar da hayallerde gandalf'ı... biz erkekler el mahkum, kurtarıcıya itaatten başka bir şey gelmiyordu elimizden. gerçi benim içimden başka şeyler de gelmiyordu. hani gandalf götürüyor da, gitmesek de olur gibiydi. saruman er ya da geç gelecekti.

sahi, bir de saruman vardı. biz nereye gitsek peşimizden gelen arsız diktatör. hep bir durak arkamızda bekliyor, nefesini ensemizde hissettiriyor, arkamızı döndüğümüzde her an bir pandik yeme gerginliğini içimize aşılıyor. yavvvşak saruman. sıkıntı şu ki, biraz geç kalsak saruman anında dibimizde bitiyordu. aramızda kalsın, biraz otlakçı biridir kendisi. hem zalim, hem otlakçı. "alırım bir dal" sözünün ezeli ve ebedi tanrısı.

son durağa gelmiştik. "bu yoldan sonra yolumuza aktarma ile devam edeceğiz." dedi gandalf. insanlar huzursuzlaştı. kimilerinin akbili bitmişti, kimilerinin jetona verebilecek 4 tl'si yoktu. kimileri "yürüsek olmaz mı?" dedi, kimileri de "paraları birleştirip taksiye binelim." dediler. gandalf hepsini bertaraf etti. "bi taraf olmayan bertaraf olur!" diye gürledi. o gürledikçe kadınlar tahrik oldu, kadınlar tahrik oldukça gandalf daha çok gürledi. işini de biliyor pezevenk. aklı sıra rol kesiyor. bağcılar çocuğu yer mi lan bu numaraları.

biri ayakkabısını fırlattı gandalf'a. sonra biri daha. biri daha... ayakkabı içinde kaldı gandalf. iç muharebe tüm hızıyla devam ederken bilin bakalım ne oldu? çok sevgili orrrrospu çocuğu saruman yanımızda bitti. ellerimizle götümüzü kolaçan etmeye başladık. n'olur n'olmaz. saru gelir gelmez bir dal istemeye başladı. erzağımız azdı. kiminin simiti, kiminin cıgarası... naneli şekere kadar otlanıyordu amına koduğumun çocuğu. sinirlenmemek elde değildi. gandalf bir tarafta ayakkabılar içinde eziklenirken, saruman bizi söğüşlüyordu. korktuğumuz başımıza geldi.

aktarmayı kaçırınca aklımızın da başımıza geleceğini düşünmüştüm. yanılmışım. aktarmayı kaçıran herkes daha bir yaydı yumuşak götünü. battı balık yangi dermiş. yangi ne demekse. saruman'ın etkilerinden biri de insanları gevşekliğe sürüklemesiydi. ortamda pek çok tatsız şaka yapılmaya başlandı. herkes bilincinin altını şaka yollu da olsa açmaya başladı derken iki gün sonra doğudan bir ışık süzüldü. gelen gandalf'tı. ne ara gitti bilmiyorum ama eskisinden daha güçlüydü şimdi. sarumana baktı, baktı ve baktı. kulağına doğru "Next station is İTÜ Ayazağa" dedi. Saruman anlamadı. "Next Station is İTÜ Ayazağa." diye yineledi.

Yanımdaki teyze beni dürttü. Çok Maslak görünmüşüm galiba ki beni uyandırdı. "Yavrım sanırım sen de inecen galiba?" dedi. Şaşırdım, teşekkür ettim ve çalıştığım ajansa doğru yürümeye başladım.
Bu da böyle bir anım işte.