30 Aralık 2021 Perşembe

bugün insanları daha az seviyorum

bugün insanları daha az seviyorum.
-
bir bira açtım, 
içiyorum.
ulan, tadını da alamıyorum.
korona falan değilim,
tatsızlığım başka.
-
odamın sarı ışığına bakıyorum.
leş, 
loş.
gözlerim yoruluyor.
yorulmaya bahane oluyor.
geçici körlük
bakidir.
önümüzü de göremiyoruz 
vesselam.
-
bir şeyler duyuyorum?
kulağımda bir uğultu!
belli ki üst kattan geliyor.
haber öncesi sıkıcı programlar.
akşama survivor var.
komşum bazen ölü
ama bazen yaşıyor.
komşu, komşunun külüne muhtaç;
içim yanıyor.
sevgili komşum
bunu bilmiyor.
-
dahası hava soğuk, 
kısmen üşüyorum.
üstüm çıplaktan hallice
ve insan, tarihi boyunca üşümek dışında niye giyiniyor anlamıyorum.
kalorifer devlete çalışıyor,
ben kendime.
aklım boş.
kısmen düşünüyorum.
kısmen düşüyorum.
ve bu kısmen bir düş,
ve bu kısmen bir 
yorum.
-
çamaşırları yıkıyorum,
çamaşırları balkona asıyorum.
ki asılmak da bir varoluş biçimi.
nice gençler asıldı.
kimi otuz birini göremedi.
kimi otuz birde kaldı.
-
ayy...
şu boş yazıyı uzatmayayım diyorum.
lafı başta söyledim,
evirip çeviriyorum.
bir garip his,
belki bir dua.
allah kabul etsin,
bugün insanları daha az seviyorum.

28 Aralık 2021 Salı

bayrak

özgürlüğün bayrağını dalgalandırıyor insan
kendini
asınca.

26 Aralık 2021 Pazar

19 Aralık 2021 Pazar

..cepçi

alım gücüme
gidiyor varlığın.

7 Aralık 2021 Salı

neşe

kardelen'in yüzündeki 
gülümseme.
gülümse
gülüm.
gül.

29 Kasım 2021 Pazartesi

insomnia

gecenin bir saati
herkes uyanık
geçiniyor.

18 Kasım 2021 Perşembe

üzülmek mevsimi

üzülmek mevsimi bu,
gelir
geçer.
sevinç çiçekleri açar elbet
bir baharda
ya da balkonda.
genel
geçer.
açmaya da bilir.
açmayı da bilir.
bilemiyorum.
tek bildiğim,
üzülmek mevsimi bu.
daha fazla 
anlam veremiyorum.
-
üzülmek mevsimi bu.
gelir
geçer.
nevresimler falan değişir.
belki
sadece
kirlenir.
belki
sadece 
tozlanır.
ki zaten 
üzerinde yatmıyorum.
maksat, 
adet yerini bulsun.
benim yerim 
neresi?
yalnızlık,
iki
başına.
ben yalnız değilim
bir 
başıma.
daha fazla anlam
veremiyorum.
-
üzülmek mevsimi bu.
gelir
geçer.
bazen diyorum 
bir kadeh içki koysam
geçer
gider.
kalır yine
dertler.
sarhoşluk
o kadar hoş
bir şey değil.
öğretti bunu
sinirler
ve hipertansiyon.
üstelik yüksek 
kolestrole bağlı.
genetik 
bazı şeyler.
ne bileyim?
daha 
fazla
anlam
veremiyor
-um.

9 Kasım 2021 Salı

iyi şeyler

iyi şeyler de olmuyor.
değil.
-
mesela bugün yeni bir işe başladım
hayatımda bir şeyler olsun diye.
şey.
sadece bir şey.
küçücük.
bazan küçük bir umut 
büyük bir şey.
neyse,
açtım,
yavaştan karaladım boş sayfaları.
önümde bazı kelimelerin altını, 
aklımda bazı insanların üstünü çizdim.
çalıştım,
sonra bir viski açtım
düşünmeye çalıştım.
amaaan kime ne anlatıyorum.
içimde bir kuş olsa umut,
göğüs kafesimi kırar geçerdi.
zaten zorla nefes alıyorum.
niye, bilmiyorum.
hayat işte.
-
o değil de,
iyi şeyler de olmuyor.
bu değil...
-
mesela bugün çiçeklerimi budadım
onlara daha iyi gelir diye
az az suladım.
yapraklarını gübre yaptım.
ki kendi yağında kavrulsun.
hayat acımasız 
ama ben acırım.
kimim? kimsem?
yok,
konu bu değil.
çiçeklerim için
pencereyi açtım, hepsi havalansın
hatta kuş olsun, uçsun.
evrimi, devrim olsun.
havalı laflar silsilesi.
buraya yazmayacağım da nereye yazacağım?
nerede kök salacağım?
kalanşom çiçek açmıyor
ki tek derdim bu olsa
hayat işte...
-
iyi şeyler de olmuyor dedim ya,
iyi şeyler de olmuyor.
değil.
-
mesela bugün odamı toparladım
belki bana daha iyi gelir diye.
çekmeceler dolu.
kirliler etrafta.
çorabımın teki kayıp
ki genelde makinada kaybolurdu.
kitaplık dağınık.
gitarların teli paslı...
etrafa bakındım,
atacak bir şey bulamadım.
içime attığım şeyler de çok 
ama söyleyecek söz bulamadım.
kendimce bir eğlence.
cenazem sessiz olmayacak.
ölümün doğuşu her zaman kutlanacak.
laf kalabalığı.
hayat işte...
-
iyi şeyler, iyi şeylerde olmuyor.
ki zaten iyi şeyler de olmuyor.
değil.

23 Ekim 2021 Cumartesi

güzel bir cumartesi

güzel bir cumartesi.
uzaktaki ağaçların yaprakları 
haşır, haşır, huşur sallanıyor.
e belli,
havada hafif bir esinti 
var.
balkonda çamaşırlar
ahenkle dans ediyor.
ve bu romantik bakış açısı, 
şiirime uyuyor.
-
önümde ikinci biram
ki bence kinci biram.
bazı olaylar oldu ve ben olanları aşamadım.
ne yalan söyleyeyim,
güvendiğim dağlarda bir iklim sorunu var.
mevcut hükümet paris antlaşmasını biliyor,
sorunu görüyor
ama antlaşmayı imzalamıyor.
yani çolak topraklardayım
ki bir yerde piç anadolu.
ben o toprakları içkiyle suluyorum.
görmüyorum.
duymuyorum.
bilmiyorum...
aziz chris, sen ne dersin?
-
içimdeki inançlar çatışırken fark ediyorum
karşımdaki örümcek ağını.
ağ, pek muhammed-i duruyor.
muhammed-i yazdım, çünkü böyle daha havalı oluyor.
kün fe ye kün.
haydan gelen, huya gider.
ha ve hu allah demekmiş.
ya da her neyse...
bir örümcek ağı bana ne yazdırabilir dersen sana çok şey yazarım.
ben ağ mıyım?
avcı mıyım?
av mıyım?
ben kimim?
ya da sen kimsin?
ağ?
avcı?
av?
belki de toprak?
çünkü hepimizin gideceği yer aynı.
sadece zamanımızın dolmasını bekliyoruz.
-
heyecanını kaybetmiş bir hayat
bir teşekkürü hak etmese de olur.
-
velhasılı...
güzel bir cumartesi.
uzaktaki ağaçların yaprakları 
haşır, haşır, huşur sallanıyor.
e belli,
havada hafif bir esinti 
var.
balkonda çamaşırlar
ahenkle dans ediyor.
ve bu romantik bakış açısı...
şiirim, uyuyor.

tevellüt

kaç!
oldun.

18 Ekim 2021 Pazartesi

tuz-biber

kötü komedyenler sahneye çıktı 
ve kimse gülmedi.
halimizden başka da gülünecek bir şey yoktu.
ulan
kötü komedyenlerin sahnesi doksan lira eder miydi?
bir de o kadar bira,
cin tonik,
bir de o kadar kavga
ki hepsi saçma histerik.
kötü komedyenler sahneden indi
ve kimse üzülmedi.
halimizden başka da üzülecek bir şey yoktu.
ulan
pazartesi sabahı
bana yazdırılacak şey mi bu?

27 Eylül 2021 Pazartesi

günaydın kahvesi

sabah uyandım
bu sefer kendi evimde.
balkondayım da, 
gökyüzü masmavi
kuşlar göğün emrinde.
masamın ucunda cunda bardağım
ki cunda'ya gitmişliğim yok.
bir kardelen hediyesi, 
içinde kahvenin son damlası.
şimdi anladım abisi,
yalnız başına içince keyifsiz oluyor sabah kahvesi.

9 Eylül 2021 Perşembe

hipertansiyon

hipertansiyon sanki.
öyle söylüyor google hazretleri.
soğuk terler, gözlerde kararma, ense köküne saplanan ağrı ve daha fazlası
hepsi düzensiz hayatın bir parçası.
hareketsizlik, her gün içki, işlenmiş eti, hamuru ve işi
ulan böyle yazınca da zengin hastalığı oluyor şu hipertansiyon sanki?
gerçi zengin olduğum söylenemez
çünkü konuşulmadı bay çavdar'la daha zam işi.
ki zengin olduğum söylense konuşulur muydu zam işi?
konuşulmazdı elbet, zira zenginlik başka bişi.
rakamları fakirler bilir; üçü, beşi.
zenginin ne derdi olur?
hareketsizlik, her gün içki, işlenmiş eti, hamuru ve işi
hepsi düzensiz hayatın bir parçası.
öyle söylese ya google hazretleri.
şu yaşadığım, zenginlik sanki...

31 Ağustos 2021 Salı

Ferhan Şensoy

ağustos 31, dediler "ustan ölmüş"
çok komiksin azrail,
Ferhan Şensoy ölür mü?

24 Ağustos 2021 Salı

32

32'ye kadar saymayı öğrendim.
şimdi sevmeyi öğreniyorum.

17 Ağustos 2021 Salı

ev hali

yanımda duvar,
arkamda duvar,
karşımda duvar 
ve bir rafın üzerinde duran üstünde kitaplarla,
sabitlenmiş bir televizyon var.
televizyonun ışığı yanıyor, kumandadan kapalı.
yanındaki vantilatör ki adı ceryan; sanırım 2'ye ayarlı.
koridordaki telde çamaşırlar asılı 
ve hepsi yarına kadar kurumalı.
bu havada kurur zaar.
-
yanımda duvar,
arkamda duvar,
üstümde duvar
ve az önümde ayağımı uzattığım hasıra kaçan sandalye.
kolçağın üzerinde bir polar
ayaklarımız ağrımasın diye var.
sandalyede karolin'in izleri.
kakası geldiğinde ortaya çıkan tırmalama hisleri,
etrafta bazen uçuşan tüyleri.
karolin iyi ki var.
-
yanımda duvar,
arkamda duvar,
ötemde duvar
ve duvarın dibindeki çalışma masasında çalışan
güzel kardelen var.
vizyonlar ve revizyonlar savaşı.
soğuk birası silah arkadaşı.
maalesef bitmiyor bugün telaşı.
ki telaşlı anlarda soruyor insan, "neden bu kadar uğraşı?"
şüphesiz, şüpheli tüm cevaplar.
-
yanımda duvar,
arkamda duvar,
karşımda, üstümde, ötemde duvar.
ben duvar.
dahası sevgiler 
ve dahi saygılar.

16 Ağustos 2021 Pazartesi

kıyas

kıyıldığında anlamlı kıyas.
aslarına kıydığında
tuttuğun yas.

9 Ağustos 2021 Pazartesi

gurbetçi

siktir git gurbetine gurbetçi,
çek sıla hasretini bize uzaklardan.
işine gelince faydalan avrupa'dan,
işine gelmeyince "kurulu düzenimiz var yeğenim"
hadi oradan!
-
siktir git gurbetine gurbetçi,
çek sıla hasretini alp dağlarından.
altında araban alaman,
getirdiğin çikolatalar sanırsam belçika'dan.
ucuz işgücü, sana diş biliyor.
bunu bil.
hadi oradan!
-
siktir git gurbetine gurbetçi,
dilin ve ruhun belli ki bu topraklara yabancı.
artık ne biz hancıyız, ne sen yolcu.
bilip bilmeden, çok konuşmadan,
euro'yu 10 tl sabit kura almadan,
çektiğin sıla hasretini götüne sokmadan
hadi oradan!
ich bin has
ve siktir ol git.



6 Ağustos 2021 Cuma

29 Haziran 2021 Salı

çöp

ruhu çöp bu toplumun.
siyah, 
kocaman bir poşet.
ne bulmuşlarsa atmışlar içine.
bekletmişler, biriktirmişler.
açık kalan ağzında sinekler uçuyor.
çöpü kaldırmaya çalışsan damlatıyor.
çöpü atmaya çalışsan, poşet yırtılıyor.
çöp, vatanın orta yerinde duruyor da
kokudan artık durulmuyor.
-
ruhu çöp bu toplumun.
her şeyleri midemi bulandırıyor.

23 Haziran 2021 Çarşamba

serengeti ya da serencebey

karşı çatıdaki karga,
ağzında başka bir kargadan kopardığı kanatla
doyuruyor karnını 
güneşe karşı.
ilk defa şahit oluyorum böyle bir ana.
karşı çatıda bir karga,
ağzındaki sadece bir kanat değil, 
aslında kazandığı bir kavga.
sonunda
yenilen, yeniliyor.
-
karşı çatıdaki karga
ağzında başka bir kargadan kopardığı kanatla
doyururken karnını 
güneşe karşı,
davetsiz misafirler geliyor bir anda.
serçeler, martılar, başka kargalar...
başında dönüyorlar karganın, sanki akbabalar.
martılardan küçük ataklar var ama yenemiyorlar kargayı. 
neticede ekmek kavgası. 
açlık, dünyanın her yerinde aynı.
-
karşı çatıdaki karga
ağzında başka bir kargadan kopardığı kanatla
doyurdu karnını.
şimdi tatlı zamanı.
karşısında büyük bir dut ağacı,
dallarında olgun dutlar 
ve yeşil papağanlar var.
karga kalkar, dal sarkar.
karganın ağzında güzel, sulu dutlar.
zaferin tadı böyle olmalı.
karga, dut ağacının gölgesinde bunu kutlamalı.

21 Haziran 2021 Pazartesi

#kusurabakıyoruz

senin makamın, müziğin makamına erişemez.

13 Haziran 2021 Pazar

çiçek gibi

kalanşo yapraklarım köklenmiş.
hayata tutunmak için bir sebebim daha var.

8 Haziran 2021 Salı

vay anısını: roadie

ay... fazla çalıştım. kafa dağıtmam lazım. cobain usulü mü dağıtsam acaba? şaka şaka... gerçi doğru. o da kafa dağıttı. yaptığı teknik olarak kafa dağıtmak yani. ama onunki farklı bir yorum. kesin çözüm. ya da bir nevi cover diyelim. ben kafa dağıtma tercihimi kısa bir anı yazmaktan yana kullanacağım. hazırsanız zamanı geriye alıyorum...

2010'ların başı olsa gerek. daha önce bin defa yazdığım üzere, hayvan gibi gitar çaldığım ve içtiğim zamanlar. gitarist olduğumu belli etmezsem öleceğim hastalığına yakalandığım için bunu belirtmeden geçemiyorum. hıaa... hasta olduğum başka şeyler de var. o, başka yazıların konusu. işime gelirse yazarım.

efendim, o yıllarda benim halaoğlu ingiltere'de dil okulunda. paşamız orada bir yandan okuyup, bir yandan da para kazanmak için barda güvenlik olarak çalışıyordu. içki içmeyi sevmeyen biri için zor bir iş. sarhoşlarla uğraşıcan, kapıda zorluk çıkarana höt diyecen falan. onun için tek güzel yanı maaşı ve bir de içeride çalan canlı müzik. eee ingiliz müziği. kanlı canlı daha güzel. bir de içki içse... neyse. kendi hayallerimi karıştırmayayım.

benim halaoğlu ingiltere'deki bilmem kaçıncı ayındayken beni aradı. naber, napıyosun faslını geçtikten sonra iş teklifinde bulundu. "bir konser var. gel, burada müzisyenlerin eşyalarını taşı. sahne arkasında takıl. bir de para kazan. hem ingilizcen de gelişir" dedi. yani ben de üşengeçliğin doruk noktasındayım. bir konser için buradan ingiltere'ye ne gideceğim? çalmaya da değil bir de, roadie'lik yapmaya! aslında hamallık. gitarları taşı, amfileri taşı, pedalları diz vs. gidiş-geliş astarından pahalıya gelecek. reddettim abi teklifi.

aradan bayaa bi' zaman geçti. benim halaoğlu türkiye'ye geldi. işte yine naber, napıyosun faslından sonra bana "neden gelmedin?" diye sordu. ben de "bir konser için gitmeye ne gerek var..." gibi sallamasyon bir cevap verdim ve ekledim "büyük bir festival olsa gelirdim"

benim halaoğlu, canım halaoğlu gözlerimin içine baktı ve "haa! sana söylemedim mi? bahsettiğim konser glastonbury festivali idi. gelseydin orada, ana sahnede çalışacaktın" dedi.

evet, glastonbury.

müsaadenizle... şimdi biraz ağlayacağım.

ve evet, halamın oğlu, hala benim halamın oğlu.

şimdi müsaadenizle... biraz ağlayacağım.

4 Haziran 2021 Cuma

bavyera

yarım yamalak kalmış aklımda.
oturuyoruz bir mekanın en üst katında.
arkamızda şehrin gürültüsü,
ellerimizde bavyera.
bavyera kocaman bir bira.
doldurmuşlar, neredeyse bir litreden biraz fazla.
kaç tane içtiğimiz meçhul de
hesap gelmiş yüz liradan biraz fazla.
ha bu arada, bugünlere göre kıyasla ucuz o zaman bira.
yanlış hatırlamıyorsam bavyera nereden baksan yirmi lira.
ama anlaşmamız var kendimizle;
nerede hesap yüz liradan fazlaysa
atıyoruz bardakları çantalara.
üstelik bu sefer bardaklar, bavyera.
ki bardaklar neredeyse bir litreden biraz fazla.
dahası o anı anmak için güzel bir hatıra.
çıkıyoruz mekandan güzel kafalarla.
vapura hiç bindi mi hatırlamıyorum ama 
yetişmesi lazımdı sanki motora.
motor da beş dakikada bir mi ne üsküdar'a...
yanlışım olabilir, elbet olmuştur da.
içimden sormak geçiyor, 
"bu kadar şeyin üstüne belki bir tekila?"
soramıyorum çünkü bizim birader var yanımızda.
biraz hızlı gittiğinden kafası hafiften leyla.
geçiyoruz hep beraber bana.
keşke gece hep orada kalsa.
ah sonrası rüya olsa.
ah sonrası rüya.

3 Haziran 2021 Perşembe

yobazlık üzerine

insan,
yobaz.
ken-
dini
anlamaz.
-
insan
yobaz-
ken
dini 
anlamaz.
-
insan... 
yobaz...
kendini...
anlam,
az.

23 Mayıs 2021 Pazar

tatil

isa'nın duyduğu çan sesleri,
ve peşinden gelenlerin can sesleri 
karışıyor beş vakit ezan seslerine.
karışık.
kimine göre cuma,
kimine göre cumartesi,
kimine göre pazar
tatil.

20 Mayıs 2021 Perşembe

16 Mayıs 2021 Pazar

hikayeden hikayeler: yaramaz

zihnim allak bullak bir şekilde gözlerimi açtım. yataktaydım ama nerede, kimin yatağında olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. karşımda onu ayakta gördüm. yemyeşil gözleri, arkadan topladığı upuzun saçları vardı. bir de üzerinde bembeyaz elbisesi. ah o elbisesi... yanıma gelip "uyandın mı yaramaz şey?" dedi. yani uyanmıştım uyanmasına ama pek kendimde olduğum söylenemezdi. dahası, niye bana yaramaz şey dedi? neyse... yattığım yerde doğrulmaya çalıştım. elleriyle göğsüme dokundu, "biraz daha yat, hala kendinde değilsin" dedi. ne yalan söyleyeyim, haklıydı da. "hiçbir şey hatırlamıyorum" dedim hafif utangaç bir tavırla. o yemyeşil gözleriyle gözlerimin içine baktı, "ne önemi var? olan oldu. utanacak bir şey yok..." dedi.

başımı çevirip, gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. elleriyle başımı doğrulttu. "gerçekten çok yaramazsın" dedi ve arkasını döndü. kadın, bana yine yaramaz deyince içime bir şüphe düştü. acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşündüm. ne bileyim, yani insan kafası yerinde değilken saçma sapan şeyler söyler, belki kızar, belki... bilmiyorum. bir an için bu saçma sapan düşünceleri aklımdan attım ve onun elini tuttum. "gitme" dedim. ellerimde, ellerinin sıcaklığını hissettim. ellerimi kavradı, tekrar bana döndü ve "korkma, buradayım küçük yaramaz" dedi. kafamda kalan iki, üç tel saçı okşadı. üçtür yaramaz diyor. gerçekten ne yaptım?

birkaç dakika içinde hafif bir baş ağrısı başladı. kafamın güzelliğine verdim bunu. fakat daha sonra... yani nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama götümde bir ağrı belirdi. yaramaz? götümde ağrı? yoğammıa o kadar da yaramaz olamam diye düşündüm. bir an kadına baktım. "ulan, ya gerçekten olduysa..." dedim içimden. götümdeki ağrı arttıkça kadının beni siktiğine emin oldum. "bir şeyler oluyor" diye seslendim. yanıma geldi, neyimin olduğunu sordu. "başım ağrıyor. bir de..." tam söyleyeceğim anda o "popon mu?" diye devam etti. nasıl da biliyor! yandı gülüm keten götüm.

gözlerim doldu. titrek dudaklarımdan sadece cılız bir "neden?" çıktı. bu sefer donuk bir ses tonuyla "böyle olması gerekiyordu. ayrıca bunu sen istedin" dedi. kendimi kandırılmış ve kirlenmiş hissettim. gözlerimdeki yaşlar usulca yanağımdan akarak yastığı ıslatmaya başladı. tam o esnada kapı açıldı. içeri kısa, şişman ve kel bir adam girdi. kadın, gelen kişiye bakarak "uyandı" dedi. içime bir kurt daha düştü. kurt, girmiş de olabilir gerçi. bilmiyorum. aksi gibi hatırlamıyorum da amına koyayım! içten içe "acaba bir grup çalışmasına mı kurban gittim?" diye düşündüm. kadına döndüm, "beni kullandın" dedim. gözlerini devirdi, hiçbir şey demeden gitti. kısa, kel ve şişko herif yanıma geldi. ters ters bana baktı. "hastamızı odasına alalım" dedi ve ekledi "basur ameliyatı için narkoz alanı da ilk defa görüyorum."

işte o an koca bir göt olduğumu anladım.

14 Mayıs 2021 Cuma

vay anısını: hikayeler anlatıldı

ne diyordu şair? mutsuzum ama keyfim yerinde. tam da öyle bir gün. balkondayım, güneş batıyor. yanımda rakım, şalgamım, uzun zaman sonra bulduğum djarum black ve çiçeklerim... kuşlar da bu tatlı manzaranın kaymağı. ama işte, balkondayım. excalibur saplandığı yerde ne kadar hürse, her birimiz o kadar hürüz. artık nereye saplandıysak...

30'lu yaşlarımı böyle eve tıkılmış bir şekilde geçireceğimi hiç hayal etmemiştim. gerçi hayal ettiğim çok az şeyi görme ve gerçekleştirme ayrıcalığına ulaştım ama şikayetçi değilim. ne bileyim, hayatın güzelliği de bu. ya da anlamı. hayatın tanımı, başı ve sonu belli bir yaşam süresi değil de; koca bir bilinmezlikte saklı minik heyecanlar sanki. bazen bir umut ışığı. hatta bazen o ışığı söndüren rüzgarın esintisi. belki de sadece boşluk. bilmiyorum. hayat hakkında çok ahkam kesemiyorum, sadece küçümal sorgulamalardan yola çıktığım varsayımlar var. fakat ahkam kesen insanları büyük bir merakla dinliyorum. merakım, onlara inandığımdan değil, sadece bir hikaye anlatıyorlar ve ben hikayeleri çok seviyorum. şimdi size bana anlatılan ve parçası olduğum bir hikayeyi anlatacağım. içkinizi hazırlayın, koltuğunuza oturun. çok da bir şey beklemeyin. beklenti yıkar insanı...

eveeet, geldik hikayeye... yine ege üniversitesi zamanlarım. bilin bakalım o zamanlar nasıl yaşıyorum? sürekli sarhoşum, günün yarısı gitar çalıyorum ve okulla ilgim yok falan, fıstıks. ama okulda bir ders var. dersin hocası murat. adam hafif huysuz fakat hikaye peşinde. izmir'de kaybolan meslekleri araştırmamızı istiyor. o mesleği yapan kişilerle sohbet edeceğiz. ses kaydı, video faslı olacak. böyle bir şey. kıyak iş yani. herkes konusunu seçti. benim konum, tarihi para koleksiyonu yapan birini bulup, onunla röportaj yapmak. ulan gel gelelim, elin izmir'inde böyle birini nasıl bulacağım? sordum izmirli arkadaşlara, hepsi aynı yeri tarif etti. kızlarağası hanı. oralarda birileri olabilirmiş. peki. gittim oraya, araştırdım ettim derken güç bela birini buldum. varsayalım ismail amca. 

bizim ismail amca yaklaşık 70 yaşlarında, hafif zayıf ve kısa biri. yılmaz erdoğan olsaydım "normal yurdum insanı" diye tabir ederdim. iyi ki yılmaz erdoğan değilim. well hasıl-ı kel am, ismail amca'nın dükkanı kızlarağası'nın biraz dışında, yıkık dökük bir yer. girdim dükkana. meramımı anlattım. tamam dedi. birkaç saat konuştuk. sohbeti iyi, bilgi birikimi sağlam, elinde de dünyanın parası var ama ne yazık ki hiçbirinin geçerliliği yok. o değil de görmediğim bir sürü parayı gördüm adamda. afrika'nın türlü memleketlerinden tut, bazı tarihi paralara kadar... ulan! aklıma bir şey geliyor da, neyse. bir süre sonra müsade istedim ismail amca'dan. e yorulduk da! ben de insanım neticede. ayıptır söylemesi hava da güzeldi. dedim önce basmane'ye gider iki üç gitar denerim, oradan da alsancak'a gider iki üç bira çakıp çapkınlık yaparım. ama bildiğiniz gibi hayat sürprizlerle dolu. ben de kendime bir sürpriz yaptım ve kızlarağası'nda gördüğüm ilk kahveciden içeri girdim. hanı şu fal bakılan kahvecilerden.

mekanın alçak taburelerinden birine yarım göt oturur oturmaz garson karşımda belirdi. en garson haliyle ne içmek istediğimi sordu. damla sakızlı türk kahvesi eşliğinde fal baktırmak istediğimi söyledim. ben fal baktırmak istediğimi söyleyince garson bi' durdu. valla laf aramızda, ağzımdan çıkana kadar fal baktırmak istediğimi ben de bilmiyordum. zaten ben? fal? burç? astroloji? zıçan adam efektiyle bödöf! diyorum. ama maksat hikaye işte. 

aradan birkaç dakika geçti. garson kardeş, elinde damla sakızlı türk kahvemle yanıma geldi ve falcı hanımefendinin beni üst katta beklediğini söyledi. hayhay. kahvemi aldım ve mekanın dar merdivenlerinden falcının yanına çıktım. 

falcı, 50 yaşlarında bir hanımefendi. hafif salaş. başka bir falın son demlerinde. fal baktığı kadın hayretler içinde onu dinliyor, arkadaşına dönüp "ay valla doğru!" falan diyordu. ben olanı biteni "yav he" ve "yoğammıa" iç seslerimle izliyordum. neyse, ben diğer falı yarım kulak dinlerken damla sakızlı kötü kahvemi bitirdim. bir süre sonra da diğer fal bitti. falcı bana baktı, gülümseyerek "gel" dedi...

gittim falcının karşısındaki tabureye oturdum. tabure tabii ki alçak. götüm bir rahat yüzü görmeyecek anlaşılan. falcıyla birbirimizi sessizce selamladıktan sonra ben "fal için fincanımı kapatayım mı?" dedim. güldü. "yok, sana kahveden bakmayacağım. tarot bakacağım" dedi. ben de "peki, yalnız ben fallara inanmıyorum. açıkçası ne olacağını da bilmiyorum. kendim hakkında bir bilgi de vermeyeceğim. niyetim sadece bir şeyler dinlemek" dedim. yani birebir bu cümleyi kurmasam da bunun muadili bir cümle kurdum. falcı yine gülümsedi ve hiçbir şey demeden tarot kartlarını çıkardı, usulca dizdikten sonra "seç bakalım" dedi. bu kart seçme olayı biraz sürdü. seçtiğim kartlara her baktığında biraz şaşırdı, biraz hmmm'ladı.

ilk olarak işten başladı. "burada yazarlıkla ilgili bir şey var. sen ya yazarsın ya da yazar olacaksın" dedi. hafif bir içe sıçma durumu olsa da sessizce onu dinledim. "hmm... hatta o konuda oldukça iyisin, kartlar hep orayı gösteriyor" diye ekledi. "ah biraz daha öv beni tatlım" diyen gözlerle ona baktım. "2-3 yıl içinde yeni bir yola gireceksin. ilk başlarda çok zorluk çekeceksin. hatta mide sıkıntıların olacak ama geçecek. bir de çok zengin olacaksın. yani, çok zengin olacaksın! para sanki çeşmedeki su gibi oluk oluk akacak. avuçlarınla değil, kovalarla alacaksın parayı" dedi. hadi, yazarlık yıllar içinde gerçek oldu diyelim. allah'a şükür yetenek de var. mide ağrılarını stajyerken çok yaşadım. e para? orada sıçtık. neyse, devam.

tekrar kart çektik. sonra falcı seçtiklerimi yorumlamaya devam etti. "hayatında biri var ama aranız iyi değil" dedi. "allah allah?" dedim içimden. o sıralar hayatımda, cenk erdoğan hikayesinde de anlattığım mantis hanım vardı ve anlattığım gibi aramız da iyi değildi. falcı durdu, durdu... "gözü kanlı biri var. o sizi ayırmak için her şeyi yapıyor!" dedi. ben anime karakterleri gibi dumur oldum. çünkü mantis hanımın yakın arkadaşı, benim de sınıf arkadaşım olan hatunlardan biri bizi birbirimize dolduruyordu. ve tesadüfün iğne deliği olarak tam da o sıralar gözüne kan oturmuştu. arkadaşlar açık konuşayım, falcı onu söyleyince biraz içe doğru sıçızladım. falcı da bunu anlamış olacak ki "merak etme, zaten ayrılacaksınız. önünde uzun bir ömür var. hatta bakayım... iki evlilik görüyorum sende. ilk evlilik hata. kötü ayrılacaksınız. sonra işyerinden birini bulacaksın. o hayatının aşkı olacak" dedi. umarım uzun ilişkiler de evlilik gözüküyordur, ne diyeyim... gerçi işyerinden birine yazmaya da tövbeliyim. o konuda da acı deneyimim var. selam sayın çetin. 

valla arada birkaç şey daha anlattı falcı, ama onları hatırlamıyorum.

işte arkadaşlar. ilk falcı deneyimim böyle oldu. sonraki falıma ultra'da çalıştığım bir art direktör arkadaşım bakmıştı. işe yeni girmişti, beni tanımıyordu ve kadının dediği her şey yine tutmuştu. geçen aylarda da eski manitam domtik, doğum haritama baktı. o daha detaylı bildi. hayat çok garip. bir enerjinin varlığına inanacak gibiyim. bilmiyorum. en iyisi biraz daha içeyim.

uzun lafın kısası, insan hikaye peşinde koşarken bazen hikayenin kendisi olabiliyor. ufff! ne laf ettim be! bir sonraki anıda görüşmek üzere. 

bayzello.

11 Mayıs 2021 Salı

akşamcının dünya görüşü

batıda hep güneş var.
dünya yuvarlak.
biz-
dik,
dünyamızı kurtaran.

10 Mayıs 2021 Pazartesi

fıkralar, fıkralarımız... 3

temel bir gün pizzacıya gitmiş ve büyük boy pepperoni pizza sipariş etmiş. geçmiş masanın birine, siparişinin gelmesini beklemeye başlamış. bir süre sonra pizzası çıkmış. usta, "beyefendi, pizzanız hazır. pizzanızı 6'ya mı böleyim yoksa 8'e mi?" diye seslenmiş. temel de ustaya bakmış ve "ha 8 dilum pizzayı kim yiyecek daa, böl 6'ya" demiş.

bu fıkrayı kim, nasıl buldu? neden anlatma gereği duydu? hayat bilinmezliklerle dolu.

7 Mayıs 2021 Cuma

güçlü ol

kurunun yanında yaş... 
dayansın.

6 Mayıs 2021 Perşembe

2 Mayıs 2021 Pazar

çakır ve keyif

yarasalar ve kargalar
ne güzel uçuyorlar.
gök, geceden bozma;
mavi.
kararıyor anbean.
evlerde ışıklar,
elimde tek sigaram var
o da karanfilli.
havada hafif bir esinti.
kafasına göre 
esiyor rüzgar.
komşu sesleri.
sessiz konuşmalar.
dedikoduların can alıcı yeri, fısıltılar. 
onları bir ben duyuyorum.
ama duymazdan geliyorum
çünkü aklımda bir kadın var.
ufukta kara bulutlar.
kulağımda bir de vals ritmi.
bazı şeyleri özlediğim anlar.
bazı şeyleri, "özlediğim" anlar.

29 Nisan 2021 Perşembe

şeyler, bir şeyler

aynı gökyüzü. aynı gök, yüzü.

24 Nisan 2021 Cumartesi

fıkralar, fıkralarımız... 2

temel ve dursun 2 avcı.
bunlar bir gün yine ava çıkmış. tabii dağ, bayır dolaştıklarından temel'in çişi gelmiş 
ve temel çalıların arasına geçip, çişini yapmaya başlamış.
tam o esnada karşısına bir kobra yılanı çıkmış, temel'i çükünden ısırmış.
"uy uy uy!" diye bağırmaya başlamış temel.
dursun sormuş "ula temel ne oldi?"
temel, "çişumi yaparken çükümi yilan isirdu." demiş.
dursun hemen 112'yi aramış. karşısına bir görevli çıkmış. 
"sorun nedir?" diye sormuş görevli.
dursun, "uy arkadaşimu yilan isirdu. acilen gelun ha buraya!" demiş.
görevli, "konumunuz uzak gözüküyor. bizim oraya gelmemiz biraz sürebilir. bunun için ilk müdahaleyi sizin yapmanız lazım." demiş.
dursun, arkadaşını kurtarmak için hazır. "uyy ne yapmam gerekirse yaparım daa." dedikten sonra görevli anlatmaya başlamış.
"önce yılanın ısırdığı yeri güzelce yarın. sonra orayı emip emip tükürün. böylece zehri dışarı atmış olursunuz. en sonunda da orayı bir ip veya bezle bağlayın." demiş.
bunları duyan dursun'un yüzü düşmüş. 
dursun'un bu halini gören temel sormuş, "ula dursun ne konuşaysun 2 saattir, bir şey söyle!".
dursun, usulca telefonu kapattıktan sonra temel'e bakmış ve şöyle demiş
"ula temel, hiç şansın yok, öleceksun..."

mizah bee...

23 Nisan 2021 Cuma

mmm...

seni görünce pırpır eder yüreğim
istersen söyle, yanında çay demleyeyim.
seni sevmeyenin ben ta ecdadını sikeyim.
ah ne güzelsin mmm... canım paçanga böreğim.

22 Nisan 2021 Perşembe

içişler bakanlığı

her içiş
bir iç iş.

son bir sigara

hangimiz sadık değiliz
hayal kırıklıklarımıza?

20 Nisan 2021 Salı

easy

izin versem, koynumda.
izin versen, koynunda.
-
izin, versem koynumda.
izim, versen koynunda.

18 Nisan 2021 Pazar

vay anısını: cenk erdoğan

"ay ışığında baktım yola,
yollarda taşlar duruyorken
düşüncemde yalnızdım..."

sevgili dostlarım. nasılsınız? sikiniz, daşşağınıza denk mi? ya paşa keyfiniz? zat-ı şahaneler yerinde mi? ben bir yıldır olduğum gibiyim. şurup gibiyim, şurup. turp gibiyim. turp, turp. son zamanlarda bol bol fıkra okuyorum, en alakasız yerlerde bile fıkra anlatmaya çalışıyorum. ulan blog'da bile fıkra yazdım, peh! hatta karadeniz şivesinden burnum uzadı. belki aranızdaki pinokyo'lara yetişirim. uyyyyy! ha buraya! 

şimdiyse fıkra gibi bir olayı anlatıcam. kemerlerinizi bağlayın.
sonra donunuz düşer, sikerler mikerler mesuliyet almam ona göre.

2012 yılı olması lazım. sarhoşluk vazifemi ege üniversitesi'nde ifa ettiğim; 70'lik olmeca'nın, üstüne arjantin'lerin bana koymadığı yıllar! eee gençlik işte... tabii o zaman da her zaman olduğu gibi okulla falan bir alakam yok. sürekli bir müzik hali. gruplara giriyor, evde gitar falan çalışıyorum. canım gitarım. benim sadık yarim... bir de öteki yarim vardı tabii. varsayalım mantis.

mantis'le pek anlaşamazdık. doğrusu birbirimizi pek de sevmiyorduk. çünkü farklı karakterlerdik. o çok dışa dönüktü, ben çok içime kapanıktım. ama anlaşabildiğimiz güzel bir konu vardı; müzik. birlikte çok iyi müzik yapıyorduk. var olan şarkıları çok farklı yorumluyor, bir de yeni şarkılar besteliyorduk. adeta düşük bütçeli bir ceylan ertem - cenk erdoğan birlikteliği yaşıyorduk. zaten o ceylan ertem'i çok severdi, ben de cenk erdoğan'ı. ha bi' de laf aramızda; enstrüman falan çalamıyordu ama çok güzel sesi vardı nomıssızın ve çalıştıkça sesinin karakteri de oturuyordu. lakin dediğim gibi. ikimiz farklı karakterlerdik ve ilişkimiz bozuk plak gibi tekliyordu. ve plağın içeriği en kötü kral tv listesinden bile kötüydü...

bi' sömestr tatili öncesi yine tekledik. ne için kavga ettiğimizi hatırlamıyorum ama şu net, ikimiz de memleketlerimize ayrılık düşüncesiyle gittik. bitti yani ilişki. yaa zaten mantıklı olan bitmesiydi. tatilin de ilk haftası pek konuşmadık. sonra yavaştan muhabbet başladı, derken saman alevi gibi ilerledi. hassiktir, özlengeç durumlar! yine ayrılamadık...

neyse, tatilin bitmesine 5 gün kala izmir'e döndüm. eğer geç kalsaydım işgalci birlikler benden önce eve varabilirdi. işgalci birlikler dediğim de ev arkadaşlarım ve diğer arkadaşlarım olan nüfuziyat... onları tanımlayacak başka kelimelerim de var ama gerek yok.

dediğim gibi, izmir'e döndüm. döndüğüm gün izmir'in dağlarında değil ama benim gönlümde çiçekler açtı. eşyaları eve attığım gibi hemen pırpır'a gittim. birkaç şat atıp, arjantin'e darbe girişiminde bulunduktan sonra eve geçtim. ve hayır. çapkınlık yapmadım. aşk olsun. ben öyle bir insan mıyım?

bir gün sonrası... uzun zamandır o kadar mutlu uyanmamıştım. bari bu mutluluğu daha da taçlandırayım diye düşünmüş olacağım ki soluğu basmane'de aldım. 

basmane deyince aklınıza öyle kerhane falan gelmesin. çünkü öyle tınlıyor. evet, orası otellerle dolu. ve evet o otellere hayat kadınlarıyla gidebiliyorsuuaaah! gereksiz bilgilere gerek yok. 

basmane'nin benim için en güzel yanı, tüm müzik marketlerin orada olmasıydı. zırt pırt basmane'ye gidip gelirdim. ulan, gidip gelirdim deyince de aklınızda başka şeyler canlanabilir. konu boka sarıyo ehue :D

well, well, velhasıl-ı kelam. o gün basmane'de zuhal'e girdim. fesatlaşmayın. zuhal müzik'ten bahsediyorum. hemen fuar'ın dibindeydi zaten. hem bir iki gitar denerim, hem de tellerimi alırım dedim. ben o güzelim fender'lere göz atarken, pedalları kurcuklarken arka taraftan bir ses duydum. manyağın teki inanılmaz bir şekilde perdesiz gitar çalıyordu. çalan her kimse adeta virtüözdü. ben onun yanında fritöz kalıyordum öyle söyleyeyim. nasıl şaka? bok gibi :D neyse, "ulan, ya gitarı çalan erkan oğur'sa?" diye geçirdim içimden. kalktım, sesin geldiği yere doğru gittim ve karşımda onu gördüm. hayır, erkan oğur'u değil. cenk erdoğan'ı. hani şu ceylan ertem'in gitaristi olan...

"abi" dedim adama, "abi, seni çok seviyorum. çok iyi gitarcısın" dedim. nazikçe teşekkür etti. ben öküzlüğüme devam ettim. "abi" dedim. "abi, sarılabilir miyim?" dedim. nazikçe kabul etti. sarıldım, ayak üstü hoşbeş derken bana ertesi gün fuar'da konseri olduğunu, istersem adımı kapıya yazdırabileceğini ve bir misafirimle birlikte konsere gelebileceğimi söyledi. bir misafir? hmm... zuhal müzik'ten çıkar çıkmaz mantis'i aradım. hızlıca olayı anlattım. ertesi günkü konsere bir misafirle davet edildiğimden bahsettim ve ekledim; hemen gel. hem belki bu konser sayesinde aramızda kalan gizli buzul çağ da kapanma sürecine girer. kim bilir?

ertesi günün akşam üzeri mantis izmir'e geldi. onu bornova'nın girişinde karşıladım. gerçekten çok şıktı. çapkın kız saçı, güneş gözlüğü, fuları ve sırt çantasıyla otobüsten indiğinde içimden "vay anasını", dışımdansa "hoş geldin" dedim. pek zamanımız olmadığından hemen fuar'a gittik. yolda muhabbetler falanlar, filanlar...

fuar'a vardığımızda hava kararmıştı. saat konsere birkaç dakika kala da mekanın önüne geldik. kapıda uzun bir kuyruk vardı. mantis'le birbirimize bakıp, "cenk erdoğan'ı ne kadar çok seven varmış" dedik. tabii kitleden biraz habersiziz. ben de o sırada etrafa bakacak dikkate sahip değildim açıkçası. acayip heyecanlıydım. çünkü birazdan sıra bize gelecekti. ben konuk listesinde adımı gösterecek ve artı bir misafirimle içeri havalı havalı girip, konseri en önden izleyecektim. artı bir misafir dediğim de o sıralar benim için onur konuğu. breh breh breh. ya da dooş brah brah brah bu işleri...

sıra yavaş yavaş ilerledi, biz de kapıya geldik. kapıdaki güvenlik görevlisine artist artist adımı söyledim. hatta "cenk erdoğan davet etti" diye ekledim. güvenlik listede adımı iyice aradı, bulamadı. allah allah? bir yanlışlık olmalı? ama bize acımış olacak ki içeri aldı. konseri arka taraflarda, ayakta izleyebileceğimizi söyledi. peki, kabul de bir yerde yanlışlık var yani. hissediyorum. dahası çok fena bir göt olma durumunun içindeydim. neyse... biz arkada ayakta dikilirken yanımızdan sürüsüne bereket teyze ve amca sınıfına dahil bir güruh geçiyordu. geçerken de bize bakıp bakıp "ne güzel, gençler müziğimize sahip çıkıyor" diyorlardı. cenk erdoğan'a...

ve o an geldi. tüm salonun ışıkları kapandı. sonrasında alkış, kıyamet eşliğinde bir bağlama sesi duyduk. deneysel bir konser diye düşünürken ışıklar yandı ve sahnede onu gördük... 

musa eroğlu. 

türk halk müziğinin usta ismi. çocukluğumda az türküsünü dinlemedim. adam konsere "halil ibrahim" türküsüyle girdi. çığlıklar, alkışlar, ıslıklar... ortam, paralel evrende metallica 89 seattle konseri. amcalar, teyzeler resmen ruhen wall of death falan yaptılar. biz mantis'le birbirimize baktık. hiçbir şey demeden dışarı çıktık. ama nasıl çıkış... gülmekten nefesimiz kesildi. sonradan dank etti, ben güvenliğe cenk erdoğan dediğimde, o musa eroğlu anladı muhtemelen. erdoğan ve eroğlu fonetik benzeşmesi arasında kaynadık yani. ayyy... ne umduk, ne bulduk amına koyayım! sonra birbirimizi gazladık. zaten pek de konser havamızda değildik de, şuydu da, buydu da... bir de acıkmıştık. salına salına alavara'ya gittik. makarna bira yaptık. sonra sarhoş olana kadar alsancak sokaklarında içtik, dolaştık, tık, tık, tık!

ve hikayenin sonu... malum, ayrıldık. ve bence verdiğimiz en iyi kararlardan biriydi. çok az güzel anı yaşadık ama bu anı benim için en saçması olarak kaldı. gerçekten vay anısını sayın seyirciler... şerefe.

16 Nisan 2021 Cuma

fıkralar, fıkralarımız... 1

temel ve dursun iki ortak.
bunlar yeteri kadar para kazandıklarını düşünüp yollarını ayırmaya karar vermişler.
dursun biraz cin.
"bitcoin'ler, bankadaki altınlar benim olsun, alacak borçlarımız senin." demiş dursun.
"tamam." demiş temel.
"madem öyle, boğazdaki yalılar ve maslak'taki rezidanslar benim olsun. bağcılar'daki depolar senin." demiş dursun.
"tamam." demiş temel.
dursun iyice gaza gelmiş. "yav o zaman ferrari'ler, limuzinler benim olsun. doblo'lar senin." demiş.
"tamam." demiş temel ve eklemiş "ama senden bir şey istiyorum."
dursun şaşırmış, "ne istiyorsun?" demiş.
temel, "beni bir kere öp." demiş sakince.
dursun sinirlenmiş. "ne alaka amına koyayım?!" demiş.
temel elini dursun'un omzuna koymuş ve "ben sikilirken öpülmekten hoşlanırım." demiş.

sabah busesi

içimde toprak olan tüm duyguların arasında şimdi çiçekler açıyor.
insan doğası işte.
kendine yeniliyor, 
kendini yeniliyor.

14 Nisan 2021 Çarşamba

hücre hayatı

insan, kendi içinde hapis.
milyonlarca hücre
ve düşünceyle.

9 Nisan 2021 Cuma

ördeğe ağıt

komşumun ördeği 
vak, vak, vak.
komşumun ördeği
ak, ak, ak.

komşum, ördeğine 
bak, bak, bak.
bir şeyler oluyor
tak, tak, tak.

aç kedi geliyor
fak, fak fak.
ördeği istiyor
hak, hak, hak.

kedi saldırıyor
şak, şak, şak.
ördek sen de biraz
çak, çak, çak.

komşum evinde
lak, lak, lak.
yardım et ey yüce
hak, hak, hak.

komşumun ördeği
vak, vak, vak.
komşumun ördeği
yak, yak, yak...


1 Nisan 2021 Perşembe

mr. sandman

uyku tutmadı.
düşü
(yoru)
yoruz.

31 Mart 2021 Çarşamba

is? yan!

şık ayetlerin,
şikayetlerim.


koşuyolu

bazı şarkılar yorgun.
dinlenmeleri lazım.

30 Mart 2021 Salı

zacharius

beyin her an çalışıyor.
tak-
tik,
tak-
tik,
tak-
tik,
tak-
tik...

29 Mart 2021 Pazartesi

vay anısını: elim bir kaza

merhabayın... aslında bu sefer anlatacağım şey bir anı değil. küçük bir enstantane. 

1,5 yıl önce elimi sinirle duvara vurmuştum. sonra sinirimi alamamış, bir daha vurmuştum. o zaman elime kalıcı bir zarar vermişim. doktor öyle söylemişti. "bu ağrı hep kalacak" demişti. dahası, ameliyat olmam gerekiyormuş. ha bir de eskisi gibi gitar çalamayacakmışım... 

ben? ben mi gitar çalamayacam?

tabii ki çalamadım. her çalışımda elim daha da zorlandı, geçenlerde de iyice pert oldu. elimin ağrısından uyuyamaz hale geldim. ne yapsam diye düşünürken, tekrar atel takma fikri cazip geldi. en azından gün içinde bilgisayar kullanırken elimi fazla zorlamamış olurum dedim ve bu parlak fikri hayata geçirmek için eczaneye gittim... 

eczacıya sağ elim için atele ihtiyacım olduğunu söyledim. eczacının güzel çırağı depodan bir atel getirdi ve "isterseniz bir deneyin" dedi. ateli elime taktım. tam oldu! kendimi kül kedisi gibi hissettim. "alıyorum" dedim. eczacı kasaya geçti, ücreti söyledi. kartı uzattım. eczacı pos cihazını göstererek "okutun" dedi nazikçe. ben de "okutmak istedim ama okumadı. mecbur sanayiye vericem" dedim. o an bi' sessizlik oldu. eczacı bana baktı, ben eczacıya baktım. depodan ateli getiren çırak kız güldü. ben ona baktım, göz kırptım. kız gülerek depoya geçti. ben de eve gittim.

işte bu da böyle bir anım. 

27 Mart 2021 Cumartesi

t

tanrının
arafındayız.

26 Mart 2021 Cuma

cahiliye devri

konu dinin üstünde.
para.

25 Mart 2021 Perşembe

açlık oyunları

açtım,
bir şarkı dinledim.
müzik ruhun gıdası değil mi?
değilmiş amına koyayım!
doyamadım...

23 Mart 2021 Salı

loop

...kafana 
sık...
sık...
sık...
sık...
sık...
sıkıntıları
takma bu kadar
kafana...

22 Mart 2021 Pazartesi

taş

taşşakların kaşınması elbet keyif verir.
bundan dolayıdır ki
taşşaklı adamların da kaşınması gerekir.

21 Mart 2021 Pazar

19 Mart 2021 Cuma

eşkın

çok çiçek kopardım.
elbet ben de olurum;
önce toprak olurum,
tohum olurum.
çiçek olur, 
bir arıya denk gelir
belki bal veririm
eşkıya'daki gibi.
belki bir 
eşkın
dikenlerin arasında
kökü sağlam ama;
sivas'ın çorak topraklarında.
yoksa burada eşkını kim bilecek?
bilmesinler zaten.
ıssız bir mezar...
kim gelecek?
gelmesinler amına koyayım!
eşkın da toprak olsun.
çok çiçek kopardım.
bari toprak benim olsun...

16 Mart 2021 Salı

gösteri peygamberi

şey, tanrı...
kendi yarattığın 
şeyi tanı. 
kendin yarattın 
şeytanı...

14 Mart 2021 Pazar

vay anısını: denizlerin dalgası

evet sevgili gönül dostları. bir vay anısını bölümüyle daha karşınızdayız. bugün kameramızı 2014 yılına çeviriyoruz. dooş efendi, 2. üniversitesinden yeni mezun olmuş, reklam sektörüne girmek üzere... lakin istanbul'a gitmeden önce iskenderun'da kısa bir tatil yapacak. gelin, bu tatilin öncesine ve sonrasına doğru keyifli bir yolculuk yapalım...

"aylardan temmuz, günlerden cuma.
saat 9'da çıktık biz yola.
indik çeşme'ye, çeşme karanlık.
çeşme değil bu, sanki mezarlık..."

üniversitedeki son zamanlarım. mezuniyete birkaç gün kalmış. pazartesi bir sınav var, ondan sonra mezuniyet. mezuniyette mezuniyet konseri. neyse... son sınavdan önceki hafta sonu birkaç arkadaş izmir'e kendi aramızda veda edelim dedik ve bir araba kiralayıp çeşme'ye gittik. kamp yapıcaz. çadır kuracaz. biz normal çadır kuracaz diye gittik. işte, hayat... 

vardık mekana. çadırlar kuruldu falan. çadırlar insan boyutlarında ve bilin bakalım kim sığmıyor onlara? keh keh keh! ben arabada yattım ama arabaya daha da sığmıyorum. niye arabadayım, onu da bilmiyorum. sarhoşluktan doğan salak bir durum olsa gerek. devam... kaçıncı gün hatırlamıyorum ama bir öğlen hepimiz denize girdik. ama deniz de nasıl güzel... öyle böyle değil! resmen "gel bana gir" diyor. 4 erkek denizde yüzdük, top oynadık, deve güreşi yaptık ve birbirimize su sıçrattık. böyle anlatınca gay pornoya benziyor. ama değil. alakası yok. gözünüzde öyle şeyler canlanmasın. 

bir an aramızdan biri "hiç denizde çıplak yüzdünüz mü?" dedi. bunca yıllık iskenderunlu olarak "hayır" dedim. diğerleri de... sonra aramızdaki mesafeyi açtık. durduk yere kılıç kalkan oynamak istemeyiz değil mi? aramızda bayaa uzun bir mesafe oldu. "3 deyince çıkarıyoruz." diye bağırdık ve çıkardık. herkes cıbıl. ellerimizde donlar. bacaklarımın arasında balıklar falan var. maybe pantolon balığı. şaka bir yana,  ben o an cıbıl yüzmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anladım. "ulan bunca zaman niye denememişim?" dedim...

...aradan 1-2 hafta geçti. iskenderun'a gider gitmez kendimi alkole verdim. denize attım. denizdeyken de deli gibi açılıp, donu çıkardım ve cıbılspor forması ile mavi sularda mücadele ettim. ha bu arada, açılmak dediysem, bu öyle böyle bir açılmak değil... ben yavaş yüzerim ama asla batmam dostlarım. kıyı karınca gibi kalacak şekilde açılırım. beni geçen tek şey balıkçı tekneleri; balıkçı teknelerini de geçen tek şey emekli amcalar. onlar da manyak zaten. nereden girip, nereden çıkıyorlar...

günlerden birgün yine böyle açıldım. bir mesafeden sonra donu da çıkardım. kulağımda sadece dalga sesleri. arada dipten kum çıkarmak için dalıyorum körfeze. ulan dip yok. gözükmüyor. her yer alabildiğine balık... suyun içinde gözlerimi açıp mavinin binbir tonunu görüyorum. inanılmaz bir deneyim! keyfim nasıl yerinde anlatamam. zaten kafam da güzel. bir süre sonra şebek gibi sırıtarak yattım denize. gözümde güneş siyah bir leke... aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. zamansızlık güzel şey vesselam ama her güzel şeyin bir sonu var...

"imdaaaat!"

doğru mu duydum?

"imdaaaaaat!"

yatarken düşündüğüm tek şey ya balıkçı teknesi battı, ya da emekli amcalardan biri ölmek üzere... zihnim biraz yerine gelince bunun balıkçı teknesi olamayacağını düşündüm. çünkü denizde teknelerin sesi şu anki üst komşumdan beter. dedim, kesin bir amca ölüyor. tüm bu düşüncelerim 1 saniye falan sürdü. şırak diye toparladım kendimi. hemen elimde tuttuğum donu giydim ve arkamı döndüm. bir de ne göreyim? oh shit.. benden 20 metre ötede bir herif köpürüyor glup glup glup. ölüyor lan adam bildiğin! hiç bu kadar hızlı yüzdüm mü bilmiyorum ama hemen adamın yanına gidip, onu tuttum. adam bana sımsıkı sarıldı. neredeyse üstüme çıkacak. can havli işte. olur öyle.

adam "boğuluyorum, ölüyorum" dedi. hemen yatar pozisyona geçip, adama bacaklarımı tutması gerektiğini söyledim. ama çok sevgili adam bacaklarımı tuttuğu halde yine yerinde durmuyordu. hayır, şaka maka adamın bu paniğinden dolayı ben de boğulacağım. artık iyice sinirlendim, biraz da kıllandım. adamı iki elimle koltukaltlarından tuttum ve bağırarak "dur!" dedim. durdu. ulan bu kadar kolay mıydı? "gardaş ölüyordum" dedi. "senin yüzünden ben de ölüyordum" dedim. sakinleşti. ne olduğunu sordum. paşamız denizde yatarken uyuyakalmış. dalgalar onu allah'ın siktir ettiği yere getirmiş. yani benim yanıma. valla bak, hayatın mizahı çok garip. neyse, baktım adam tekrar hareketlenmeye başlıyor, batıracak bizi. yine "dur!" dedim. "nasıl geldiysen, o pozisyona geç." adamı zorla yatırdım denize. yavaş yavaş çekerek karaya doğru götürmeye başladım. "gardaş senin burada ne işin var?" dedi. "en çıplak halimle kendimi toplumdan soyutluyorum" diyemedim. onun yerine, hiç cevap vermedim. sonra o da soru sormayı bıraktı. aradan birkaç dakika geçtikten sonra denizin yuka yerlerine vardık. adama ayaklarımın yere değdiğini, isterse kendisinin de artık normal pozisyona geçebileceğini söyledim. normal pozisyon ne demekse... misyoner amına koyayım. belki de doggy. doggy like doggy. neyse... o kadar kıyıda olmamıza rağmen adam korktuğu için mecburen onu en kıyıya kadar götürdüm. adam nasıl mutlu, nasıl mutlu anlatamam. karaya çıktıktan sonra bana döndü, teşekkür etti. sonra da "gardaş sen de oraya gitme, boğulursun" dedi. ulan arkadaş zaten ayılmışım, bir de normalden daha fazla efor sarfetmişim gider miyim oraya? "tamam" dedim. kıyıda birkaç dakika geçirdikten sonra şezlonga gidip yattım. keşke yanımda biram da olsaydı. (biram kelimesini farklı şekillerde bölebiliriz.)

işte, bu da böyle bir anım.

13 Mart 2021 Cumartesi

kütük sivas

doğu
şaka.

9 Mart 2021 Salı

gönülçelen

hırsız
hırssızdı.
sızdı.

2 Mart 2021 Salı

hikayeler üzerine

iyi hikaye
yazanların hepsi öldü.
anlatanların sevdikleri öldü.
dinleyenlerin hayalleri vardı, öldü...
-
canlı kalan tek şey,
iyi hikayeler.

26 Şubat 2021 Cuma

vay anısını: doğuş

kaldığım yerden devam...

sene, 1988. annem ve babam o sıralar milletin sarsılmaz iradesinin temsil edildiği, 06 plakasıyla tüm yurda nam salan ve henüz ezhel denen autotone'cunun esamesinin okunmadığı biricik başkentimiz ankara'da yaşıyor. hatta sanırım yeni taşınmışlar. annem ev hanımı, babam pazarcı. üstelik bizimkiler daha yeni evli ve her yeni evli çift gibi bu tatlış evliliği sevimli bir çocukla taçlandırmak istemişler. işte o çocuk... 

ben değilim.

ilk çocukları düşmüş. acı ama gerçek. sad but trueahhh. ama onlar için. çok heveslenmişler fakat ne yazık ki ilk denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmış. olsun. kısmet değilmiş. canları sağ olsun. kısa süre sonra sivaslı genleri onları dürtmüş ve hemen bir deneme daha yapmışlar. dostlar, size yemmin ediyorum, ortaya 1989 model bir şaheser çıkarmışlar. yani beni... ikisinin ne kadar çekilmez geni varsa, hepsi tek bir vücutta hayat bulmuş. canım ben. beni gidi beni. mehhh... iyi bok yemişler. 

neyse, ben doğunca herkes çok sevinmiş. özellikle baba tarafım. mesela en küçük amcam ben doğar doğmaz hastanede dolar falan dağıtmış. keşke bana banka hesabı açsaymış... haaa, niye en çok baba tarafım sevinmiş? çünkü baba tarafımdan ağa torunuyum. diyeceksiniz ki "ağa oğlu pazarcı olur mu amk?". bal gibi olur. o ayrı hikayenin konusu. muhattabı ben değilim. babiş. kapiş?

doğumdan kısa bir süre sonra annem doğumhaneden normal bir odaya taşınmış. beni de kucağına almış. o zamanlar saçlı, stajyer bir dünyalıyım. oksijen ciğerlerimi yakmış, viyak viyak bağırıyorum. adeta anneme önümüzdeki yılların spoiler'ını veriyorum. baba tarafından bazı halalarım, amcalarım da yanımıza gelmiş. her şey iyi, güzel ama bir şey eksik. henüz bir adım yok. 

şimdi, ağa torunuyum ya, sülalede de şöyle bir durum var. bizim sülalede birkaç göbektir, bazı isimler hep tekrar etmiş. "haydar, hüseyin, haydar, hüseyin, haydar, hüseyin..." bunun sonu yok. anlayacağınız, verimli döller içinde bir kısır döngünün içine doğmuşum dostlarım. 

acaba yeni doğan bebeğin adı ne olacak? kısa bir çiş molasından sonra yazımız devam ediyor...

3 bira sonrası işemeyi çok seviyorum. aslında seni de seviyorum ama burada konu sen değilsin. konu doğrudan benim. sorry beç.

ortamda biri, adımın ne olacağını sormuş. baba tarafımdan biri de atlamış "tabii ki hüseyin olacak". öff... haydar'ın oğlunun adı başka ne olacak zaten? hüseyin. zaten dedem de ben doğmadan birkaç ay önce ölmüş. yani kaçarı yok. kesin benim adım hüseyin olacak. ortamda bana hüso diye seslenecekler. hüs diyecekler. ben höst diyeceğim... dahası, benden önce doğan bir sürü kuzenimin adı da hüseyin ve onların adının hüseyin olması, benim adımın hüseyin olmaması için gerekli bir sebep teşkil etmiyormuş. ne kadar hüseyin, o kadar aka imiş. hayır, bir de ben haydar'ın oğluyum. yukarıda dedim ya, "haydar, hüseyin, haydar, hüseyin..." ağalar böyle gidiyor. ben isim torunuyum. doğmaz olaydım...

...derken benim güzel annem, o güzel sesini çıkarmış. ilk defa bir gelinin sesi çıkıyor. "siz maden hüseyin olsun diyorsunuz, ben de ali olsun diyorum." kendi babasının adı. yani diğer dedem. onu da hiç görmedim. ay... doğmayın dedeler... hayata ultra premium alevi olarak başlamama ramak kalmış. annem ve baba tarafımdan bağzı akrabalar isim konusunu gerekli yere uzatırken kapıda biri belirmiş. haluk abi. babamın halasının oğlu diye biliyorum. dayısının da olabilir. bilmiyorum. ama haluk abi'yi biliyorum.

haluk benim yanıma gelmiş. agucuk bugucuk faslı derken isim tartışması yine alevlenmiş. hani filmde vardı ya "hızır idi, yunus idi..." aynısının lacivert hali. tüm bu tartışmaları dinleyen haluk abi, çözümcü olacağım diye ortaya üçüncü bir isim atmış; "doğuş olsun adı." tabii millet "ne alaka?" demiş. haluk abi de doğuş'un hikayesini anlatmış. şimdi size orijinal doğuş'u bildiğim kadarıyla anlatacağım.

doğuş, haluk abi'nin çok yakın bir arkadaşı. tek başına yaşıyormuş. ev dışında sürekli birlikte zaman geçiriyorlarmış. bir süre sonra haluk abi, doğuş'a ulaşamamış. gittiği mekanlara sormuş, kimse görmemiş. evini telefonla aramış, cevap veren olmamış. dayanamayıp, evine gitmiş. evin önü kalabalık. sormuş etrafa "ne oldu?" diye. "doğuş" demişler, "öldü." haluk abi inanamamış. "nasıl ölür?" demiş, "daha geçen beraberdik..." 

ya yanlışlıkla, ya da intihar bilmiyorum ama doğuş, duş almak için küvete girmiş. bana anlatılan, duşu bittikten sonra küvetteyken saç kurutma makinesiyle saçını kurutmak istemiş ama dengesini kaybetmiş, küvete düşmüş ve elektrik çarpmasından oracıkta can vermiş. yani, hangi açıdan düşünürsen düşün, çok kötü.

haluk abi bundan dolayı benim adımın doğuş olmasını istemiş. tabii kimse onu dinlememiş. "hızır idi, yunus idi" durumu aynen devam... derken içlerinden biri "maden karar veremiyoruz, bari kura çekelim." demiş. dünya için küçük, benim için büyük bir mantık belirtisi. bakalım ne olacak... kağıtların içine hüseyin ve ali yazmışlar. haluk abi oraya doğuş'u da ekletmiş. diğerleri önce biraz mırın kırın etmiş ama sonra el mecbur, kabul etmişler. bir poşet bulunmuş, kağıtlar o poşetin içine konulmuş. akrabalarımdan biri kağıtları iyice karıştırmış. ulan zaten üç isim var... ve o an. eline bir kağıt almış, yavaşça açmış. "doğuş" çıkmış. tabii baba tarafı beşiktaşlı. hemen "olmaz öyle saçma şey" demişler ve bir kura daha istemişler. fenerbahçeli olsalar, kesin şike yaparlar...

ikinci kura çekimi için kağıtlar tekrar poşete konmuş. hepsi usulca karıştırılmış. ortamda bir sessizlik hakim. buna ben dahil. hiçbir şey anlamasam da, bu konunun ciddiyetini anlamışım. sevgili akrabam elini poşetten içeri sokmuş ve seçtiği kağıdı çıkarmış...

doğuş.

beşiktaşlılık bizimkilerin kanına işlemiş. haketmedikleri şampiyonlukları saydırmadı mı zaten bu iki yıldızlı padavanlar? bizimkiler de öyle. "olmaz" demişler. "bir daha çek şu kurayı ama bu sefer düzgün çek." breh breh breh... benim tatlış akrabam bir kura daha çekmiş. bu sefer usulca da değil. pata ve küte. sonuç?

yine doğuş.

üç sene üst üste şampiyon olduuum! isimlerin kralı olduuuum! 
isimleriiiiiii kura seçeeeeer, kurayı da doğuş akaaaa.....

baba tarafım yine isyan edecekken annem devreye girmiş. "tamam, adı doğuş olsun." demiş. artık, kendi babasının adından vazgeçmiş. aşırı mantıklı karar. zaten yeni doğmuşum, adım da doğuş olsun. hem 7 sülaleye yetecek kadar hüseyin var zaten. bazen ben bile o hüseyin'leri karıştırıyorum. paralel evrendeki rick and morty'ler gibi işte. hepsi amcaoğlu. bir tane de ali var. dayıoğlu. ha, "bu esnada baban neredeydi?" diyecek olursan, kendisi iskenderun'da dükkan açmış ve orayı bizim için hazırlıyormuş. zaten ben doğduktan 2 ay sonra oraya taşınmışız.

işte güzel insan, ben böyle doğdum. benim adım da böyle kondu. sen de bundan yıllar sonra bir şekilde beni tanıdın. ama iyi, ama kötü. bunu okuduğuna göre de adımı unutmayacaksın, o kesin. 

sevgiler, saygılar.

21 Şubat 2021 Pazar

torbacı tarkan

hatırla
malı.
sevgiyle an
malı.
ümitlerle yarınları hoş tut.
malı, ayırmamalı.

18 Şubat 2021 Perşembe

açlık oyunları

dünya kadar malın olacağına
fındık kadar lahmacunun olsun.

15 Şubat 2021 Pazartesi

vay anısını: acepro

sevdim bu seriyi. 

ulan dedim ilk yazıda eylem abla'dan bahsettim, önceki yazıda ibo'yu ve rock'n iskenderun'u anlattım. bugün de sevgililer günü. bir sevgilim hakkında yazayım. düşündüm, bazı hatalar, bazı hatıralar geçti gözümün önünden. sonra fark ettim, onlar geçip gitti gözümün önünden. arada gözümden düşenler oldu falan. ben düştüm kimilerinden. başkalarına düştüm derken anladım ki biri hep gözümde tütüyor. değişmeyen biricik sevgim. ilk gerçek sevgilim. 

ilk gitarım... acepro stratocaster. onu anlatacam bu akşam size. alkolüm hazır, konserim açık. siz de dinleyin. erik gibi konser. tıktık! 

sene 2006. liseden yeni mezunum. elimde kapı gibi bir siktirname ve kazanamadığım beş para etmeyen bir üniversite sınavı var. ailem benden ümidi kesmiş gibi. büyük kavga ediyoruz o sıralar. ben, yazar olacağım diye diretiyorum. neyin yazarı olacağım konusunda bir fikrim yok. sadece ekmeğimi kalemimle kazanmak istiyorum. bizimkilerse benim mühendis olmamı istiyorlar. evde mühendis akrabalarım örnek gösteriliyor. mühendis akrabalarımdan bana gına geliyor. mehhh...

tüm bunlardan kaçış yerim sahil. dandik bir cd çalarım ve hayvan gibi bir müzik arşivim var. spotify halt etmiş. sahilde bira içip müzik dinliyorum. sürekli kulaklık bozuyorum. en baba kulaklık 50 tl bile değil. paranın değeri var. beratik ekonomik göstergeleri bir kenara bırakırsak, müzik dinlerken hayalimde ya davul çalıyorum, ya gitar... birkaç defa arkadaşların stüdyosunda davulun başına geçtiğim olmuştu ama beynimi bölemiyorum ya... zaten dikkat dağınıklığım had safhada. böylece hayalimde daha çok gitar çalmaya başlıyorum. bazı arkadaşlarımla hayali bir grubumuz var, ondan konuşuyoruz. ileride konser falan vericez. adı yarramstein. ben bu hayali bir tık daha ileri götürmek istiyorum. 

bir gün tüm cesaretimi toplayıp, babama "bana gitar al" diyorum. 40 yılın başı ilk defa bir şey istedim. bana bakıyor, ben de ona bakıyorum. biliyor evde ara sıra onun bağlamasını çaldığımı. var bir genetik çekim. ki yıllar önce de kuzenimin solak gitarını tıngırdatırdım. bana bakıyor, ben de ona bakıyorum. her baba gibi "bakarız" diyor. bana bakıyor. ben ona bakmıyorum. eve gidiyorum. 

akşam eve geldiğinde konuyu açıyor. hani ilk anıdaki eylem abla var ya, zeki amcanın kızı. işte o müzisyen. arsuz'da falan sahne alıyor. babam zeki amca'yı aramış. zeki amca, eylem abla'dan rica etmiş. bana gitar alacaklar. babam bana durumu anlatıyor. hani bazı insanlar "inanamıyorum" derler ya olaylar karşısında. işte gerçekten o lafı iliklerime kadar hissediyorum. bayaa bayaa bana gitar alınacağına inanamıyorum. o akşam 9 gibi kapı çalıyor. gelen eylem abla. ertesi gün müsait olup, olmadığımı soruyor gitar almak için. ablacım, ben hep müsaitim. ama ağzımdan daha çok "hüee" diye bir şey çıkıyor. heyecan başka şey azizim.

o gece gözüme uyku giriyor. öküz gibi uyurum. gamsızımdır. bunca yıllık ömrümde uykunun tutmadığı çok az anım var. bazıları kötü. o sabah cennetteymişçesine uyanıyorum. en güzel siyah tişörtümü giyiyorum. kotum bir başka havalı geliyor. botlarım en bot. gidiyorum babamın dükkanına, kasada bekliyorum. gözüm sürekli giriş kapısında. eylem abla gelecek, beni gitar almaya götürecek. gitardan anladığı için de iyi gitar seçecek. içimde havai fişekler, dışımda adeta katır, eşekler. olmadı kafiye. zaten olduğunda bloğa yazıyorum. ehuehue :D 

abi kadın gelmedi. işi çıkmış. ben kasada kaldığımda kaldım. müşteri geliyor, barkodu okutuyorum. ürünleri poşetliyorum. sonra yallah. çok mutsuzum. yanlış olmasın, bu birkaç gün daha böyle devam ediyor. ve tesadüfün iğne deliği, can dostum güzel insan ibo da o günlerde bir gitar alıyor. kırmızı beyaz bir strat. ülkücülükten değil, herif kırmızı seviyor. benim aklımda bir renk yok. ben sadece gitarı almak istiyorum. yavşak herif gitarıyla beste yapmaya başlıyor kısa sürede. laf aramızda aşırı yetenekli adam. müzikal yeteneği kadar, şansı da yaver gitseydi bambaşka bir hayat yaşıyor olurdu. kendi ruhunun evren paşa'sı oldu. 

derken evde olduğum bir gün telefon çalıyor. annem açıyor. belli, dükkandan arıyorlar. "evet, burada. yatıyor." falan diyor annem. kesin yine kasada durmam için çağıracaklar diye düşünüyorum. annem telefona çağırıyor. dünyanın en mehhh insanı olarak telefona gidiyorum. "alo" dediğim anda karşımda eylem abla'nın sesini duyuyorum. güleç bir tonda "doğuş gel" diyor. aradan neredeyse 15 yıl geçti. bu kadar seksi çağırıldığımı hatırlamıyorum. geldim, hem de erken geldim.

şak diye dükkandayım! speed metal dinliyorum boru mu? efendimiz kasanın yanında duruyor. kalktı ayağa, "gidiyoruz" dedi. "nereye?" derken babam cebime para sıkıştırdı. muhtemelen aralarında şu kadar tutar muhabbeti yapmışlar. 200 dolar. o zaman 300 lira falan ediyor. rock market'e gidiyoruz. zamanla öğreneceğim ismiyle kazıkçı orhan. bazı zamanlar rock market'in önüne gider, oradaki gitarları keserdim. bazı zamanlarsa zaten oranın stüdyosundaydık. ne günlerdi beaahhh... 

rock market'teyiz. eylem abla, kazıkçı orhan'la selamlaştı. belli ki tanışıyorlar. bay voyvoda bana baktı. muhtemelen iyi kazıklarım diye düşündü. "ne istiyorsun?" dedi. "elektrogitar." dedim. tabii bunu der demez eylem abla'dan o efsane cümleyi duydum: "önce klasikle başla, sonra elektroya geçersin." dedi. gerçekten bunu dedi. tatlım... speed metal diyorum. thrash metal dinliyorum. klasik dediğin misina tel. o misinayla en fazla balık tutarım. zaten alık tutmak için böyle söyleniyor. "elektrogitar istiyorum." dedim. hayatımda bu kadar kararlı olduğum başka an var mı? düşünüyorum... var. bazı ayrılıklarımda asla geri dönmüyorum. düşünmüyorum. kazıkçı voyvoda orhan, beni anlıyor ve gitarların arasından siyah beyaz bir strat çıkarıyor. acepro. telleri paslanmaya başlamış. "sana bir de amfi lazım." diyor. dünyanın en boktan tonlu amfisi boston'ı veriyor. 15 watt. watt, "what?" da olabilir. amfinin, amfi olduğundan haberi yok. ama sorun da yok, neticede cahilim, heyecanlıyım ve hayalim gerçekleşiyor. 200 doları verip çıkıyorum. rock market'in kapısında eylem abla ile vedalaşıyoruz. koşarak dükkana gidiyorum. o zamanlar bel ve boyun fıtığım yok. amfiyi ve gitarı aynı anda taşıyabiliyorum. dükkana giderken antimor adlı grubun davulcusu çağrı ile karşılaşıyorum. gitarı ve amfiyi gösteriyorum. çok mutluyum. dükkana gidiyorum. ekipmanımı babama gösteriyorum. sonra ilk dolmuşla eve...

hemen odaya giriyorum. amfiye pencerenin önünde yer açıyorum. normalde orada müzik dinlerdim, şimdi müzik yapacağım. gitarı kılıfından çıkarıyorum. bilmeyenler için; en basit haliyle gitar kaan tangöze'nin gitarının çok ama çok kötü bir çakması. gözünüzde öyle canlansın. neyse, amfiyi fişe takıyorum. gitarı caka takıyorum. amfiye cakı doğru takamıyorum. amfinin deliklerini bir süre yorduktan sonra doğru deliğe takıyorum. input. cinsel yaşamım böyle başlıyor. amfinin sesini açıyorum. tatlı bir clean ton. gitarda akort kaçıklığı var ama akort etmeyi bilmiyorum. buna da şükür. tek telden de giderim. amfide distortion'u arıyorum. cızbız. jınjın. o küçük düğmeye basıyorum. gitarın sesi birden kirleniyor. allaaam sana geliyorum. aklımda hangi şarkı varsa, hepsini beşinci perdeden çalıyorum. la sayılır. ilk çaldığım riff megadeth'ten "symphony of destruction". sonradan öğreniyorum ki çaldığımın, orijinal riff'le alaksı yok. ikinci çaldığım riff, stone sour'dan "get inside". kısmen yaklaşmışım buna. zaman geçiyor, ben gitarla daha çok zaman geçiriyorum. sikmişim öss'yi. gitarı akort etmeyi öğreniyorum tesadüfen. 5. perdeler meğer akort sesini veriyormuş. bir tel hariç. telefonda da la sesi var. ikinci telden akort etmeye başlıyorum. gitar akortlu olunca kulaktan şarkı çıkarmaya başlıyorum. kulaktan çıkardığım ilk şarkı metallica'dan "for whom the bell tolls". takır takır çalıyorum. hem de downpicking. sonra heyecanım artıyor. 

öss geliyor. sorular gitardan olsa gözüm kapalı yapardım ama beceriksiz bir sayısalcıyım. matematiği anlayayım diye gittiğim özel derste bile hocanın gitarını çalıyorum. iyi bir klasik gitarı vardı, ben de sürekli onu çalardım ders diye. böyle olunca, üniversite sınavım bok gibi geçti. 2 yıllık elektronik bölümüne gittim. peki okulla hiçbir alakam var mı? tabii ki yok. sürekli gitar çalıyorum. hatta bu esnada ibo'nun izmir'de aldığı kırmızı washburn'ü ondan satın alıyorum. renk olsun. o gitar bir süre sonra elimde parçalanıyor. sonra kalan kısmı kendi ellerimle parçalıyorum. gitar şimdi kitaplığımı süslüyor. 

tüm bu olayların öncesinde bir tatil zamanı ilk gitarımı satmayı düşünüyorum. evde 2 gitar fazla. o zamanlar böyle düşüyorum.  yaaani, satma kararım saçma gelmiyor işte. komşu çocuğu deniz haberi alır almaz hemen geliyor. 100 liraya acepro'mu ona satıyorum. deniz çok mutlu. ben çok nötr. washburn var. washburn başına geleceklerden habersiz. ben de washburn'ün başına geleceklerden... böylece ayrılıyoruz ilk gitarımla. bok gibi distortion tonu, buna rağmen inanılmaz bir clean ton. boşuna dememişler, "at, avrat, strat" diye... 

ege'deki 4. sınıfıma kadar başka strat'ım olmuyor. o zaman schecter stratocaster alıyorum. tam bir fiyat performans canavarı. hatırlıyorum da, meksika fender'lerle kıyaslayarak almıştım. o da meksika fender'in götünden kan almıştı. gerçi, kimse sevmedi o gitarımı. istanbul'da onu değiştirmeyi düşündüğüm zamanların birinde o zamanki sevgilime sormuştum, "sence gitarım güzel mi?". şeklen beğenmemişti. "normal elektrogitar" demişti. yavuz çetin'le aynı soyismi taşıyıp, strat'ı beğenmemek... fıtrat işte. olur öyle. sonra kendisiyle gidip dore müzik'te gitar denemiştim. en havalı gitar fotoğrafım hala kendisinin eseri. yetenekliydi bu konuda ama konu bu değil. tam geçen sene bu zamanlar o gitarımı da sattım. satmak zorundaydım. param yoktu, evi taşıyacaktım, ekonomi bok gibiydi. bir de ben depresyondaydım.

yani, işte. şimdi amerikan fender strat almayı düşünüyorum. bunun için diğer 3 gitarımı satışa koydum. hepsini satınca amerikan fender'in yarı parası çıkıyor gibi. üstüne biraz da ben koysam... bir daha gitar almam galiba. 

hey gidi acepro. umarım hala hayattasındır. ben seni çaldım, sen benim gönlümü çaldın. 
iyi ki vardın.
şerefe!

11 Şubat 2021 Perşembe

pozisyonun kimyası

özkütlesi küçük olan 
üste çıkar.

10 Şubat 2021 Çarşamba

vay anısını: coder mc

sene 2003. 14-15 yaşlarındayım. 89'dan hesaplayınca... doğru. lise 1 zamanları işte. bir de son okul başarıları. bundan sonrası bayır aşağı ehue :D askeri lise ve anadolu lisesi sınavlarını kazanamayan biricik ben; yani canım kendim, babacığımın dükkanının tam karşısındaki liseye kayıt oldum. iskenderun lisesi.
okula kayıt olduğum an ilk günkü gibi aklımda.

tezgaha bakliyat diziyordum. babam seslendi. dükkandan çıktık. yolun karşısına geçtik. okula girdik. kayıt oldum. okuldan çıktık. yolun karşısına geçtik. dükkana geri girdik. bakliyat dizmeye devam ettim. tabii o zamanlar süper lise denen kavramdan haberimiz yok. zaten bir işe de yaradığı da yok. mehhh...

neyse amcamın oğlu, okula başladım ama gönlüm hiç okulda değil. internet kafelere kaçıyorum, rock market'in (ki kendisi kazıkçı orhan olur) gitar vitrinine bakıyorum, yeni gruplar keşfedip fifa 2003 oynuyorum. bir de mirc var o zamanlar. iskenderun kanalından alayına döşüyorum. hikaye böyle başlıyor...

internet kafe sahiplerinin çoğu babamla yakın arkadaş. dahası maalesef beni de tanıyorlar. aka market'in büyük oğluyum. adım bu. kimlikte doğuş yazıyor ama o önemli değil. yaaani, ben tanınmamak için çareyi yeni açılan kafelere gitmekte buluyorum. yoksa işim yaş. depodan mal taşımak istemem. 

troll'lüğümün üstümde olduğu birgün yeni açılan internet kafelerden birine gittim. mega internet cafe. ara sokakta bir yer. karşısında adana kebapçısı var. siz nasıl diyorsunuz? very nice! oturdum makineye, söyledim adana'yı, açtım sepultura'yı, girdim mirc'e. bu sefer değişiklik olsun diye muhabbet için saçma sapan bir kanala girdim. kanalın adını birkaç dakikadır düşünüyorum, bulamıyorum. varsayalım iskenderun.

abi bende de huy. nick'ine gıcık olduğum tiplere zıt giderim. yani giderdim. bakıyorum kanalda takılanlara. metalciyim ya, bir tane rap'çi gördüm. nick'i coder_mc. amına koduğumun rap'çisi. sen kimsin lan NDA'nın karşısına çıkıyorsun? yazdım buna. "napıyon lan amk rap'çisi?", "akıllı ol!" falan derken herif karşılık verdi. bana? ben de ona karşılık verdim. sonra bir şey oldu. hayır, dirty talk yapmadık ama muhabbet uzadıkça uzadı. künefe peyniri mübarek! o dinlediği müziklerden bahsediyor, ben dinlediklerimden bahsediyorum ve ikimiz de bu tip müzik dinleyen insanların eksikliğini çektiğimizi fark ediyoruz. konu metal olunca şeytan dürtüyor ve soruyorum "neredesin?". papatya mı, başka bir çiçek adı mı hatırlamıyorum ama zeki müzik market'in yanındaki internet kafe'de olduğunu söylüyor. 500 metre bile değil mesafe. dibim sayılır. adana'yı gömdüğüm gibi fırlıyorum yerimden, herifin olduğu internet kafeye gidiyorum. o kafe de yeni. geniş. tek tek masaları dolaşıyorum. bir masadan linkin park sesi geliyor. rap metal. sevmem. amk mc'si. kaçar mı benden? arkasından yaklaşıyorum. mirc açık. bana yazmış, cevap alamamış. 

kankacım, bir sivaslı adamı böyle s... 

seek and destroy. 

tam da öyle olmadı. adama arkadan yaklaştım. "coder_mc?" dedim. far görmüş tavşan gibi bana baktı. "ben NDA" dedim. açık söyleyeyim, ben olsam ben de öyle bakardım. ne alakası var değil mi? neyse, adam elini uzattı, "ibrahim" dedi. laf aramızda, göt ismi ona daha çok yakışıyor. şu an düşününce saçma bir şekilde uzun uzun konuştuk ve ikimizin ortak bir hayali olduğunu anladık; "iskenderun'da bir rock festivali yapmak". 

msn adreslerimizi aldık, ben internet cafe'me geri gittim. internet cafe'me? sanki babamın internet cafe'si amk... sahiplenen erkek duruşu uasdha :D aklımda bir kurt var. ibrahim belen'de oturuyor. belen'in girişinde zaten kurt var. ülkücü ilçesi ne de olsa. o akşam ibrahim'le msn'den sabaha kadar yazıştık. annem de ders çalışıyorum diye önüme bir paket kuru kayısı koydu. kuru kayısının ishal yaptığını o gün öğrendim. daha önemlisi o gün iskenderun'un ilk rock platformunu internet üzerinden kurduk. 

iskenderunrock.tk.

sonra bu platform büyüdü. bir sürü insan katıldı. ulan neredeyse iskenderun'daki tüm rock'çılar, punk'çılar, metalciler bir aradaydı. dahası iskenderun'da bir sürü grup kuruldu. mekanlar, grupları istiyordu. iskenderun'da bir rock kültürü başladı. 

rock'n iskenderun. 

üniversiteye başlayınca siteyi sikko bir dövmeciye devrettik. sonra da festivalleri belediye düzenlemeye başladı. her festivalde ayrı bir gurur duyduk. bir de o her festivalde, ibrahim'le mirc'de konuşmalarımız aklıma geldi. küçük bir mirc muhabbeti neydi, nereye geldi...

yıllar geçti. herkes dağıldı.

vay be...
sikeyim festivalleri.
en yakın arkadaşımla ben böyle tanıştım.

ibrahim.
coder_mc.
diploit.
kısaca 2n.
özetle göt.

iyi adam.
yolu açık olsun.

7 Şubat 2021 Pazar

vay anısını: sadettin teksoy

sanırım 11 yaşındayım. ilkokul yeni bitmiş, ilk defa takdir almışım. bu annem ve babam için çok önemli çünkü dinlediğim müziklerden, çizdiğim resimlerden, okuduğum dergilerden hatta (kaderin cilvesi) yazdığım yazılardan dolayı benim satanizme özendiğimi falan düşünüyorlar o zamanlar. 90'ların sonuydu galiba? doğru lan, 11 yaşındayım işte. televizyonda boy boy akmar pasajı ve satanist avcıları. akmar o sıralar cehennemin dibi olarak gösteriliyor. ulan hadi akmar'ı geçtim, murat kekilli'ye bile satanist diyorlar. o derece. ben kekilli'yi sevmezdim ama maalesef okul servisinde çalan tek kaset oydu. kepçe kulaklı bir çocuk da sürekli şarkılara eşlik ederdi. hatırlarken daraldım. mehhh...

neyse, ben takdir belgesini alınca, bizimkiler bayağı bir mutlu oldular. ödül olarak "hadi seni zeki amca'nın yaz kampına gönderelim" dediler. zeki amca da bizim çapraz üst komşu. arsuz'da öğrenci kampında yönetici. "olur" dedim bizimkilere. çünkü olmaz dersem dükkanda çalışacağım. o sıralar dükkanı pek sevmiyorum. 

karşı komşuyla falan da konuşmuşlar. onlar da süleyman'ı kampa gönderecek. sonradan öğrendik ki başka komşular da çocuklarını gönderiyor. hayırlısı... bankaya para yatırma, sağlık taraması vs. derken kamp günü geldi çattı. babam bizi arsuz'a götürdü, zeki amca'ya teslim etti. cebimize de şimdinin 50 lirasına denk bir para koydu. gazladı, gitti. sanki 11 yıldır bu anı bekliyor gibiydi. 

herkesi ortada topladılar. takım liderlerleriyle tanıştırdılar. liderlerden biri eylem abla. zeki amca'nın büyük kızı. özel biri ama onu benim için özel yapan bu kamp değil; ilk elektrogitarımı ve amfimi onunla birlikte almam. konu dağılıyor, dağılmasın.

bizi böldüler takımlara. liderimiz seksi bir abla. eski voleybolcuymuş. süleyman'la aynı takımdayız. dahası, aynı odadayız. sanırım küçük bir torpil durumu. odada bir de antep'ten gelen bir arkadaş var. varsayalım ismail. komik çocuktu ismail.

kampta şöyle bir durum var: her takım, haftanın bir günü gösteri yapacak. şarkılar, türküler, oyunlar, taklitler... seksi takım lideri sordu "kim neyi yapmak ister?". ben en başta, fıkra anlatsam mı diye düşündüm. sonra bunun pek de iyi bir fikir olmadığına karar verdim ve daha kötü bir fikri seçtim: taklit. hem de kimin taklidi? sadettin teksoy. sokarım böyle işe...

zaman geçiyor, herkes gündüz eğlenirken, gece yapacağı gösteriye çalışıyordu. sadettin bey hariç. öyle bir özgüvene sahiptim ki sanki sadettin teksoy bendim. hallederim dedim. insanlar uyardı. "dooş çalış", "dooş prova yap". yapmadım. ta ki gösteri saati gelene kadar... 

sahneye çıkmama 10 dakika var ve ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yok. o an aklıma bir fikir geldi. kantinden aldığım boş dondurma kolisini süleyman'a verdim kamera gibi tutsun diye. belki de sahnede olmanın gerginliğini atmak için. bilmiyorum. plan şu, ben abuk sabuk bir şeyler söyleyecem, sonrasında da sokarım diyecem olay bitecek. fakat sokma kelimesinin cinsel yönünden haberim yok o sıralar. e çocuğum. bilsem, olay başka yere giderdi. onun yerine hiçbir şey yolunda gitmedi.

çıktık sahneye süleyman'la. karşımızda 500 kişi. arkamızdaki masada zeki amca, eşi, çocukları, takım liderleri, bizim seksi lider. benimki düğme gibi oldu. acil çıkış düğmesi... aralarda ne dediğimi hiç hatırlamıyorum. sadece birkaç kez "sokarım" dedim ve parmağımı süleyman'ın gözüne soktum. hausdhausd :D korkunç! resmen fazia! sonrasında da mikrofonu yere attım, "ben gidiyorum" dedim. mutsuz bir şekilde sahnenin arkasında dururken bizim seksi takım lideri yanıma geldi. bana sarıldı, beni teselli etmeye çalıştı. olur öyle, falan fıstık... çocuk avutuyor işte, ne yapsın? ama sanırım o an ergenliğe ilk adımımı attım. benim düğme meğer çocukluktan çıkış düğmesiymiş.

velhasıl-ı kelam kamp birkaç gün daha sürdü. denize girdik. akşamları arsuz'da dolaştık. limon dondurması ve bici bici yedik. kızlarla muhabbetler falan derken son gün geldi. giderken hepimiz çok ağladık.

vay be, gece gece aklıma gelene bak...
ben, sadettin teksoy.
sokarım böyle anıya.

29 Ocak 2021 Cuma

y.o.k.

seni sayardım 
ama davranışların...
önce onları yok saydım.
yok, 
gerçekten saydım.
bir değil,
iki değil,
üç değil,
dört...
yok,
örtülecek gibi değil.
sonra mecbur,
seni yok saydım.


24 Ocak 2021 Pazar

yalandan şarkı özü

bu merak,
bumerang.


19 Ocak 2021 Salı

yolun aşık olsun

vedalar,
ve dağlar.
içimi dağlar da
ağlar, ağlar, ağlar...
ağlarda takılıp kalmışım.