14 Mart 2021 Pazar

vay anısını: denizlerin dalgası

evet sevgili gönül dostları. bir vay anısını bölümüyle daha karşınızdayız. bugün kameramızı 2014 yılına çeviriyoruz. dooş efendi, 2. üniversitesinden yeni mezun olmuş, reklam sektörüne girmek üzere... lakin istanbul'a gitmeden önce iskenderun'da kısa bir tatil yapacak. gelin, bu tatilin öncesine ve sonrasına doğru keyifli bir yolculuk yapalım...

"aylardan temmuz, günlerden cuma.
saat 9'da çıktık biz yola.
indik çeşme'ye, çeşme karanlık.
çeşme değil bu, sanki mezarlık..."

üniversitedeki son zamanlarım. mezuniyete birkaç gün kalmış. pazartesi bir sınav var, ondan sonra mezuniyet. mezuniyette mezuniyet konseri. neyse... son sınavdan önceki hafta sonu birkaç arkadaş izmir'e kendi aramızda veda edelim dedik ve bir araba kiralayıp çeşme'ye gittik. kamp yapıcaz. çadır kuracaz. biz normal çadır kuracaz diye gittik. işte, hayat... 

vardık mekana. çadırlar kuruldu falan. çadırlar insan boyutlarında ve bilin bakalım kim sığmıyor onlara? keh keh keh! ben arabada yattım ama arabaya daha da sığmıyorum. niye arabadayım, onu da bilmiyorum. sarhoşluktan doğan salak bir durum olsa gerek. devam... kaçıncı gün hatırlamıyorum ama bir öğlen hepimiz denize girdik. ama deniz de nasıl güzel... öyle böyle değil! resmen "gel bana gir" diyor. 4 erkek denizde yüzdük, top oynadık, deve güreşi yaptık ve birbirimize su sıçrattık. böyle anlatınca gay pornoya benziyor. ama değil. alakası yok. gözünüzde öyle şeyler canlanmasın. 

bir an aramızdan biri "hiç denizde çıplak yüzdünüz mü?" dedi. bunca yıllık iskenderunlu olarak "hayır" dedim. diğerleri de... sonra aramızdaki mesafeyi açtık. durduk yere kılıç kalkan oynamak istemeyiz değil mi? aramızda bayaa uzun bir mesafe oldu. "3 deyince çıkarıyoruz." diye bağırdık ve çıkardık. herkes cıbıl. ellerimizde donlar. bacaklarımın arasında balıklar falan var. maybe pantolon balığı. şaka bir yana,  ben o an cıbıl yüzmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anladım. "ulan bunca zaman niye denememişim?" dedim...

...aradan 1-2 hafta geçti. iskenderun'a gider gitmez kendimi alkole verdim. denize attım. denizdeyken de deli gibi açılıp, donu çıkardım ve cıbılspor forması ile mavi sularda mücadele ettim. ha bu arada, açılmak dediysem, bu öyle böyle bir açılmak değil... ben yavaş yüzerim ama asla batmam dostlarım. kıyı karınca gibi kalacak şekilde açılırım. beni geçen tek şey balıkçı tekneleri; balıkçı teknelerini de geçen tek şey emekli amcalar. onlar da manyak zaten. nereden girip, nereden çıkıyorlar...

günlerden birgün yine böyle açıldım. bir mesafeden sonra donu da çıkardım. kulağımda sadece dalga sesleri. arada dipten kum çıkarmak için dalıyorum körfeze. ulan dip yok. gözükmüyor. her yer alabildiğine balık... suyun içinde gözlerimi açıp mavinin binbir tonunu görüyorum. inanılmaz bir deneyim! keyfim nasıl yerinde anlatamam. zaten kafam da güzel. bir süre sonra şebek gibi sırıtarak yattım denize. gözümde güneş siyah bir leke... aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. zamansızlık güzel şey vesselam ama her güzel şeyin bir sonu var...

"imdaaaat!"

doğru mu duydum?

"imdaaaaaat!"

yatarken düşündüğüm tek şey ya balıkçı teknesi battı, ya da emekli amcalardan biri ölmek üzere... zihnim biraz yerine gelince bunun balıkçı teknesi olamayacağını düşündüm. çünkü denizde teknelerin sesi şu anki üst komşumdan beter. dedim, kesin bir amca ölüyor. tüm bu düşüncelerim 1 saniye falan sürdü. şırak diye toparladım kendimi. hemen elimde tuttuğum donu giydim ve arkamı döndüm. bir de ne göreyim? oh shit.. benden 20 metre ötede bir herif köpürüyor glup glup glup. ölüyor lan adam bildiğin! hiç bu kadar hızlı yüzdüm mü bilmiyorum ama hemen adamın yanına gidip, onu tuttum. adam bana sımsıkı sarıldı. neredeyse üstüme çıkacak. can havli işte. olur öyle.

adam "boğuluyorum, ölüyorum" dedi. hemen yatar pozisyona geçip, adama bacaklarımı tutması gerektiğini söyledim. ama çok sevgili adam bacaklarımı tuttuğu halde yine yerinde durmuyordu. hayır, şaka maka adamın bu paniğinden dolayı ben de boğulacağım. artık iyice sinirlendim, biraz da kıllandım. adamı iki elimle koltukaltlarından tuttum ve bağırarak "dur!" dedim. durdu. ulan bu kadar kolay mıydı? "gardaş ölüyordum" dedi. "senin yüzünden ben de ölüyordum" dedim. sakinleşti. ne olduğunu sordum. paşamız denizde yatarken uyuyakalmış. dalgalar onu allah'ın siktir ettiği yere getirmiş. yani benim yanıma. valla bak, hayatın mizahı çok garip. neyse, baktım adam tekrar hareketlenmeye başlıyor, batıracak bizi. yine "dur!" dedim. "nasıl geldiysen, o pozisyona geç." adamı zorla yatırdım denize. yavaş yavaş çekerek karaya doğru götürmeye başladım. "gardaş senin burada ne işin var?" dedi. "en çıplak halimle kendimi toplumdan soyutluyorum" diyemedim. onun yerine, hiç cevap vermedim. sonra o da soru sormayı bıraktı. aradan birkaç dakika geçtikten sonra denizin yuka yerlerine vardık. adama ayaklarımın yere değdiğini, isterse kendisinin de artık normal pozisyona geçebileceğini söyledim. normal pozisyon ne demekse... misyoner amına koyayım. belki de doggy. doggy like doggy. neyse... o kadar kıyıda olmamıza rağmen adam korktuğu için mecburen onu en kıyıya kadar götürdüm. adam nasıl mutlu, nasıl mutlu anlatamam. karaya çıktıktan sonra bana döndü, teşekkür etti. sonra da "gardaş sen de oraya gitme, boğulursun" dedi. ulan arkadaş zaten ayılmışım, bir de normalden daha fazla efor sarfetmişim gider miyim oraya? "tamam" dedim. kıyıda birkaç dakika geçirdikten sonra şezlonga gidip yattım. keşke yanımda biram da olsaydı. (biram kelimesini farklı şekillerde bölebiliriz.)

işte, bu da böyle bir anım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder