14 Mayıs 2021 Cuma

vay anısını: hikayeler anlatıldı

ne diyordu şair? mutsuzum ama keyfim yerinde. tam da öyle bir gün. balkondayım, güneş batıyor. yanımda rakım, şalgamım, uzun zaman sonra bulduğum djarum black ve çiçeklerim... kuşlar da bu tatlı manzaranın kaymağı. ama işte, balkondayım. excalibur saplandığı yerde ne kadar hürse, her birimiz o kadar hürüz. artık nereye saplandıysak...

30'lu yaşlarımı böyle eve tıkılmış bir şekilde geçireceğimi hiç hayal etmemiştim. gerçi hayal ettiğim çok az şeyi görme ve gerçekleştirme ayrıcalığına ulaştım ama şikayetçi değilim. ne bileyim, hayatın güzelliği de bu. ya da anlamı. hayatın tanımı, başı ve sonu belli bir yaşam süresi değil de; koca bir bilinmezlikte saklı minik heyecanlar sanki. bazen bir umut ışığı. hatta bazen o ışığı söndüren rüzgarın esintisi. belki de sadece boşluk. bilmiyorum. hayat hakkında çok ahkam kesemiyorum, sadece küçümal sorgulamalardan yola çıktığım varsayımlar var. fakat ahkam kesen insanları büyük bir merakla dinliyorum. merakım, onlara inandığımdan değil, sadece bir hikaye anlatıyorlar ve ben hikayeleri çok seviyorum. şimdi size bana anlatılan ve parçası olduğum bir hikayeyi anlatacağım. içkinizi hazırlayın, koltuğunuza oturun. çok da bir şey beklemeyin. beklenti yıkar insanı...

eveeet, geldik hikayeye... yine ege üniversitesi zamanlarım. bilin bakalım o zamanlar nasıl yaşıyorum? sürekli sarhoşum, günün yarısı gitar çalıyorum ve okulla ilgim yok falan, fıstıks. ama okulda bir ders var. dersin hocası murat. adam hafif huysuz fakat hikaye peşinde. izmir'de kaybolan meslekleri araştırmamızı istiyor. o mesleği yapan kişilerle sohbet edeceğiz. ses kaydı, video faslı olacak. böyle bir şey. kıyak iş yani. herkes konusunu seçti. benim konum, tarihi para koleksiyonu yapan birini bulup, onunla röportaj yapmak. ulan gel gelelim, elin izmir'inde böyle birini nasıl bulacağım? sordum izmirli arkadaşlara, hepsi aynı yeri tarif etti. kızlarağası hanı. oralarda birileri olabilirmiş. peki. gittim oraya, araştırdım ettim derken güç bela birini buldum. varsayalım ismail amca. 

bizim ismail amca yaklaşık 70 yaşlarında, hafif zayıf ve kısa biri. yılmaz erdoğan olsaydım "normal yurdum insanı" diye tabir ederdim. iyi ki yılmaz erdoğan değilim. well hasıl-ı kel am, ismail amca'nın dükkanı kızlarağası'nın biraz dışında, yıkık dökük bir yer. girdim dükkana. meramımı anlattım. tamam dedi. birkaç saat konuştuk. sohbeti iyi, bilgi birikimi sağlam, elinde de dünyanın parası var ama ne yazık ki hiçbirinin geçerliliği yok. o değil de görmediğim bir sürü parayı gördüm adamda. afrika'nın türlü memleketlerinden tut, bazı tarihi paralara kadar... ulan! aklıma bir şey geliyor da, neyse. bir süre sonra müsade istedim ismail amca'dan. e yorulduk da! ben de insanım neticede. ayıptır söylemesi hava da güzeldi. dedim önce basmane'ye gider iki üç gitar denerim, oradan da alsancak'a gider iki üç bira çakıp çapkınlık yaparım. ama bildiğiniz gibi hayat sürprizlerle dolu. ben de kendime bir sürpriz yaptım ve kızlarağası'nda gördüğüm ilk kahveciden içeri girdim. hanı şu fal bakılan kahvecilerden.

mekanın alçak taburelerinden birine yarım göt oturur oturmaz garson karşımda belirdi. en garson haliyle ne içmek istediğimi sordu. damla sakızlı türk kahvesi eşliğinde fal baktırmak istediğimi söyledim. ben fal baktırmak istediğimi söyleyince garson bi' durdu. valla laf aramızda, ağzımdan çıkana kadar fal baktırmak istediğimi ben de bilmiyordum. zaten ben? fal? burç? astroloji? zıçan adam efektiyle bödöf! diyorum. ama maksat hikaye işte. 

aradan birkaç dakika geçti. garson kardeş, elinde damla sakızlı türk kahvemle yanıma geldi ve falcı hanımefendinin beni üst katta beklediğini söyledi. hayhay. kahvemi aldım ve mekanın dar merdivenlerinden falcının yanına çıktım. 

falcı, 50 yaşlarında bir hanımefendi. hafif salaş. başka bir falın son demlerinde. fal baktığı kadın hayretler içinde onu dinliyor, arkadaşına dönüp "ay valla doğru!" falan diyordu. ben olanı biteni "yav he" ve "yoğammıa" iç seslerimle izliyordum. neyse, ben diğer falı yarım kulak dinlerken damla sakızlı kötü kahvemi bitirdim. bir süre sonra da diğer fal bitti. falcı bana baktı, gülümseyerek "gel" dedi...

gittim falcının karşısındaki tabureye oturdum. tabure tabii ki alçak. götüm bir rahat yüzü görmeyecek anlaşılan. falcıyla birbirimizi sessizce selamladıktan sonra ben "fal için fincanımı kapatayım mı?" dedim. güldü. "yok, sana kahveden bakmayacağım. tarot bakacağım" dedi. ben de "peki, yalnız ben fallara inanmıyorum. açıkçası ne olacağını da bilmiyorum. kendim hakkında bir bilgi de vermeyeceğim. niyetim sadece bir şeyler dinlemek" dedim. yani birebir bu cümleyi kurmasam da bunun muadili bir cümle kurdum. falcı yine gülümsedi ve hiçbir şey demeden tarot kartlarını çıkardı, usulca dizdikten sonra "seç bakalım" dedi. bu kart seçme olayı biraz sürdü. seçtiğim kartlara her baktığında biraz şaşırdı, biraz hmmm'ladı.

ilk olarak işten başladı. "burada yazarlıkla ilgili bir şey var. sen ya yazarsın ya da yazar olacaksın" dedi. hafif bir içe sıçma durumu olsa da sessizce onu dinledim. "hmm... hatta o konuda oldukça iyisin, kartlar hep orayı gösteriyor" diye ekledi. "ah biraz daha öv beni tatlım" diyen gözlerle ona baktım. "2-3 yıl içinde yeni bir yola gireceksin. ilk başlarda çok zorluk çekeceksin. hatta mide sıkıntıların olacak ama geçecek. bir de çok zengin olacaksın. yani, çok zengin olacaksın! para sanki çeşmedeki su gibi oluk oluk akacak. avuçlarınla değil, kovalarla alacaksın parayı" dedi. hadi, yazarlık yıllar içinde gerçek oldu diyelim. allah'a şükür yetenek de var. mide ağrılarını stajyerken çok yaşadım. e para? orada sıçtık. neyse, devam.

tekrar kart çektik. sonra falcı seçtiklerimi yorumlamaya devam etti. "hayatında biri var ama aranız iyi değil" dedi. "allah allah?" dedim içimden. o sıralar hayatımda, cenk erdoğan hikayesinde de anlattığım mantis hanım vardı ve anlattığım gibi aramız da iyi değildi. falcı durdu, durdu... "gözü kanlı biri var. o sizi ayırmak için her şeyi yapıyor!" dedi. ben anime karakterleri gibi dumur oldum. çünkü mantis hanımın yakın arkadaşı, benim de sınıf arkadaşım olan hatunlardan biri bizi birbirimize dolduruyordu. ve tesadüfün iğne deliği olarak tam da o sıralar gözüne kan oturmuştu. arkadaşlar açık konuşayım, falcı onu söyleyince biraz içe doğru sıçızladım. falcı da bunu anlamış olacak ki "merak etme, zaten ayrılacaksınız. önünde uzun bir ömür var. hatta bakayım... iki evlilik görüyorum sende. ilk evlilik hata. kötü ayrılacaksınız. sonra işyerinden birini bulacaksın. o hayatının aşkı olacak" dedi. umarım uzun ilişkiler de evlilik gözüküyordur, ne diyeyim... gerçi işyerinden birine yazmaya da tövbeliyim. o konuda da acı deneyimim var. selam sayın çetin. 

valla arada birkaç şey daha anlattı falcı, ama onları hatırlamıyorum.

işte arkadaşlar. ilk falcı deneyimim böyle oldu. sonraki falıma ultra'da çalıştığım bir art direktör arkadaşım bakmıştı. işe yeni girmişti, beni tanımıyordu ve kadının dediği her şey yine tutmuştu. geçen aylarda da eski manitam domtik, doğum haritama baktı. o daha detaylı bildi. hayat çok garip. bir enerjinin varlığına inanacak gibiyim. bilmiyorum. en iyisi biraz daha içeyim.

uzun lafın kısası, insan hikaye peşinde koşarken bazen hikayenin kendisi olabiliyor. ufff! ne laf ettim be! bir sonraki anıda görüşmek üzere. 

bayzello.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder