15 Şubat 2021 Pazartesi

vay anısını: acepro

sevdim bu seriyi. 

ulan dedim ilk yazıda eylem abla'dan bahsettim, önceki yazıda ibo'yu ve rock'n iskenderun'u anlattım. bugün de sevgililer günü. bir sevgilim hakkında yazayım. düşündüm, bazı hatalar, bazı hatıralar geçti gözümün önünden. sonra fark ettim, onlar geçip gitti gözümün önünden. arada gözümden düşenler oldu falan. ben düştüm kimilerinden. başkalarına düştüm derken anladım ki biri hep gözümde tütüyor. değişmeyen biricik sevgim. ilk gerçek sevgilim. 

ilk gitarım... acepro stratocaster. onu anlatacam bu akşam size. alkolüm hazır, konserim açık. siz de dinleyin. erik gibi konser. tıktık! 

sene 2006. liseden yeni mezunum. elimde kapı gibi bir siktirname ve kazanamadığım beş para etmeyen bir üniversite sınavı var. ailem benden ümidi kesmiş gibi. büyük kavga ediyoruz o sıralar. ben, yazar olacağım diye diretiyorum. neyin yazarı olacağım konusunda bir fikrim yok. sadece ekmeğimi kalemimle kazanmak istiyorum. bizimkilerse benim mühendis olmamı istiyorlar. evde mühendis akrabalarım örnek gösteriliyor. mühendis akrabalarımdan bana gına geliyor. mehhh...

tüm bunlardan kaçış yerim sahil. dandik bir cd çalarım ve hayvan gibi bir müzik arşivim var. spotify halt etmiş. sahilde bira içip müzik dinliyorum. sürekli kulaklık bozuyorum. en baba kulaklık 50 tl bile değil. paranın değeri var. beratik ekonomik göstergeleri bir kenara bırakırsak, müzik dinlerken hayalimde ya davul çalıyorum, ya gitar... birkaç defa arkadaşların stüdyosunda davulun başına geçtiğim olmuştu ama beynimi bölemiyorum ya... zaten dikkat dağınıklığım had safhada. böylece hayalimde daha çok gitar çalmaya başlıyorum. bazı arkadaşlarımla hayali bir grubumuz var, ondan konuşuyoruz. ileride konser falan vericez. adı yarramstein. ben bu hayali bir tık daha ileri götürmek istiyorum. 

bir gün tüm cesaretimi toplayıp, babama "bana gitar al" diyorum. 40 yılın başı ilk defa bir şey istedim. bana bakıyor, ben de ona bakıyorum. biliyor evde ara sıra onun bağlamasını çaldığımı. var bir genetik çekim. ki yıllar önce de kuzenimin solak gitarını tıngırdatırdım. bana bakıyor, ben de ona bakıyorum. her baba gibi "bakarız" diyor. bana bakıyor. ben ona bakmıyorum. eve gidiyorum. 

akşam eve geldiğinde konuyu açıyor. hani ilk anıdaki eylem abla var ya, zeki amcanın kızı. işte o müzisyen. arsuz'da falan sahne alıyor. babam zeki amca'yı aramış. zeki amca, eylem abla'dan rica etmiş. bana gitar alacaklar. babam bana durumu anlatıyor. hani bazı insanlar "inanamıyorum" derler ya olaylar karşısında. işte gerçekten o lafı iliklerime kadar hissediyorum. bayaa bayaa bana gitar alınacağına inanamıyorum. o akşam 9 gibi kapı çalıyor. gelen eylem abla. ertesi gün müsait olup, olmadığımı soruyor gitar almak için. ablacım, ben hep müsaitim. ama ağzımdan daha çok "hüee" diye bir şey çıkıyor. heyecan başka şey azizim.

o gece gözüme uyku giriyor. öküz gibi uyurum. gamsızımdır. bunca yıllık ömrümde uykunun tutmadığı çok az anım var. bazıları kötü. o sabah cennetteymişçesine uyanıyorum. en güzel siyah tişörtümü giyiyorum. kotum bir başka havalı geliyor. botlarım en bot. gidiyorum babamın dükkanına, kasada bekliyorum. gözüm sürekli giriş kapısında. eylem abla gelecek, beni gitar almaya götürecek. gitardan anladığı için de iyi gitar seçecek. içimde havai fişekler, dışımda adeta katır, eşekler. olmadı kafiye. zaten olduğunda bloğa yazıyorum. ehuehue :D 

abi kadın gelmedi. işi çıkmış. ben kasada kaldığımda kaldım. müşteri geliyor, barkodu okutuyorum. ürünleri poşetliyorum. sonra yallah. çok mutsuzum. yanlış olmasın, bu birkaç gün daha böyle devam ediyor. ve tesadüfün iğne deliği, can dostum güzel insan ibo da o günlerde bir gitar alıyor. kırmızı beyaz bir strat. ülkücülükten değil, herif kırmızı seviyor. benim aklımda bir renk yok. ben sadece gitarı almak istiyorum. yavşak herif gitarıyla beste yapmaya başlıyor kısa sürede. laf aramızda aşırı yetenekli adam. müzikal yeteneği kadar, şansı da yaver gitseydi bambaşka bir hayat yaşıyor olurdu. kendi ruhunun evren paşa'sı oldu. 

derken evde olduğum bir gün telefon çalıyor. annem açıyor. belli, dükkandan arıyorlar. "evet, burada. yatıyor." falan diyor annem. kesin yine kasada durmam için çağıracaklar diye düşünüyorum. annem telefona çağırıyor. dünyanın en mehhh insanı olarak telefona gidiyorum. "alo" dediğim anda karşımda eylem abla'nın sesini duyuyorum. güleç bir tonda "doğuş gel" diyor. aradan neredeyse 15 yıl geçti. bu kadar seksi çağırıldığımı hatırlamıyorum. geldim, hem de erken geldim.

şak diye dükkandayım! speed metal dinliyorum boru mu? efendimiz kasanın yanında duruyor. kalktı ayağa, "gidiyoruz" dedi. "nereye?" derken babam cebime para sıkıştırdı. muhtemelen aralarında şu kadar tutar muhabbeti yapmışlar. 200 dolar. o zaman 300 lira falan ediyor. rock market'e gidiyoruz. zamanla öğreneceğim ismiyle kazıkçı orhan. bazı zamanlar rock market'in önüne gider, oradaki gitarları keserdim. bazı zamanlarsa zaten oranın stüdyosundaydık. ne günlerdi beaahhh... 

rock market'teyiz. eylem abla, kazıkçı orhan'la selamlaştı. belli ki tanışıyorlar. bay voyvoda bana baktı. muhtemelen iyi kazıklarım diye düşündü. "ne istiyorsun?" dedi. "elektrogitar." dedim. tabii bunu der demez eylem abla'dan o efsane cümleyi duydum: "önce klasikle başla, sonra elektroya geçersin." dedi. gerçekten bunu dedi. tatlım... speed metal diyorum. thrash metal dinliyorum. klasik dediğin misina tel. o misinayla en fazla balık tutarım. zaten alık tutmak için böyle söyleniyor. "elektrogitar istiyorum." dedim. hayatımda bu kadar kararlı olduğum başka an var mı? düşünüyorum... var. bazı ayrılıklarımda asla geri dönmüyorum. düşünmüyorum. kazıkçı voyvoda orhan, beni anlıyor ve gitarların arasından siyah beyaz bir strat çıkarıyor. acepro. telleri paslanmaya başlamış. "sana bir de amfi lazım." diyor. dünyanın en boktan tonlu amfisi boston'ı veriyor. 15 watt. watt, "what?" da olabilir. amfinin, amfi olduğundan haberi yok. ama sorun da yok, neticede cahilim, heyecanlıyım ve hayalim gerçekleşiyor. 200 doları verip çıkıyorum. rock market'in kapısında eylem abla ile vedalaşıyoruz. koşarak dükkana gidiyorum. o zamanlar bel ve boyun fıtığım yok. amfiyi ve gitarı aynı anda taşıyabiliyorum. dükkana giderken antimor adlı grubun davulcusu çağrı ile karşılaşıyorum. gitarı ve amfiyi gösteriyorum. çok mutluyum. dükkana gidiyorum. ekipmanımı babama gösteriyorum. sonra ilk dolmuşla eve...

hemen odaya giriyorum. amfiye pencerenin önünde yer açıyorum. normalde orada müzik dinlerdim, şimdi müzik yapacağım. gitarı kılıfından çıkarıyorum. bilmeyenler için; en basit haliyle gitar kaan tangöze'nin gitarının çok ama çok kötü bir çakması. gözünüzde öyle canlansın. neyse, amfiyi fişe takıyorum. gitarı caka takıyorum. amfiye cakı doğru takamıyorum. amfinin deliklerini bir süre yorduktan sonra doğru deliğe takıyorum. input. cinsel yaşamım böyle başlıyor. amfinin sesini açıyorum. tatlı bir clean ton. gitarda akort kaçıklığı var ama akort etmeyi bilmiyorum. buna da şükür. tek telden de giderim. amfide distortion'u arıyorum. cızbız. jınjın. o küçük düğmeye basıyorum. gitarın sesi birden kirleniyor. allaaam sana geliyorum. aklımda hangi şarkı varsa, hepsini beşinci perdeden çalıyorum. la sayılır. ilk çaldığım riff megadeth'ten "symphony of destruction". sonradan öğreniyorum ki çaldığımın, orijinal riff'le alaksı yok. ikinci çaldığım riff, stone sour'dan "get inside". kısmen yaklaşmışım buna. zaman geçiyor, ben gitarla daha çok zaman geçiriyorum. sikmişim öss'yi. gitarı akort etmeyi öğreniyorum tesadüfen. 5. perdeler meğer akort sesini veriyormuş. bir tel hariç. telefonda da la sesi var. ikinci telden akort etmeye başlıyorum. gitar akortlu olunca kulaktan şarkı çıkarmaya başlıyorum. kulaktan çıkardığım ilk şarkı metallica'dan "for whom the bell tolls". takır takır çalıyorum. hem de downpicking. sonra heyecanım artıyor. 

öss geliyor. sorular gitardan olsa gözüm kapalı yapardım ama beceriksiz bir sayısalcıyım. matematiği anlayayım diye gittiğim özel derste bile hocanın gitarını çalıyorum. iyi bir klasik gitarı vardı, ben de sürekli onu çalardım ders diye. böyle olunca, üniversite sınavım bok gibi geçti. 2 yıllık elektronik bölümüne gittim. peki okulla hiçbir alakam var mı? tabii ki yok. sürekli gitar çalıyorum. hatta bu esnada ibo'nun izmir'de aldığı kırmızı washburn'ü ondan satın alıyorum. renk olsun. o gitar bir süre sonra elimde parçalanıyor. sonra kalan kısmı kendi ellerimle parçalıyorum. gitar şimdi kitaplığımı süslüyor. 

tüm bu olayların öncesinde bir tatil zamanı ilk gitarımı satmayı düşünüyorum. evde 2 gitar fazla. o zamanlar böyle düşüyorum.  yaaani, satma kararım saçma gelmiyor işte. komşu çocuğu deniz haberi alır almaz hemen geliyor. 100 liraya acepro'mu ona satıyorum. deniz çok mutlu. ben çok nötr. washburn var. washburn başına geleceklerden habersiz. ben de washburn'ün başına geleceklerden... böylece ayrılıyoruz ilk gitarımla. bok gibi distortion tonu, buna rağmen inanılmaz bir clean ton. boşuna dememişler, "at, avrat, strat" diye... 

ege'deki 4. sınıfıma kadar başka strat'ım olmuyor. o zaman schecter stratocaster alıyorum. tam bir fiyat performans canavarı. hatırlıyorum da, meksika fender'lerle kıyaslayarak almıştım. o da meksika fender'in götünden kan almıştı. gerçi, kimse sevmedi o gitarımı. istanbul'da onu değiştirmeyi düşündüğüm zamanların birinde o zamanki sevgilime sormuştum, "sence gitarım güzel mi?". şeklen beğenmemişti. "normal elektrogitar" demişti. yavuz çetin'le aynı soyismi taşıyıp, strat'ı beğenmemek... fıtrat işte. olur öyle. sonra kendisiyle gidip dore müzik'te gitar denemiştim. en havalı gitar fotoğrafım hala kendisinin eseri. yetenekliydi bu konuda ama konu bu değil. tam geçen sene bu zamanlar o gitarımı da sattım. satmak zorundaydım. param yoktu, evi taşıyacaktım, ekonomi bok gibiydi. bir de ben depresyondaydım.

yani, işte. şimdi amerikan fender strat almayı düşünüyorum. bunun için diğer 3 gitarımı satışa koydum. hepsini satınca amerikan fender'in yarı parası çıkıyor gibi. üstüne biraz da ben koysam... bir daha gitar almam galiba. 

hey gidi acepro. umarım hala hayattasındır. ben seni çaldım, sen benim gönlümü çaldın. 
iyi ki vardın.
şerefe!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder